2007 yılında ekonomik durum (Lutte Ouvriere 36'ıncı Kongre Metinleri - Lutte de classe (Sınıf Mücadelesi) dergisinin 109 numaralı sayısından çevrilmiştir)

打印
4 ekim 2007

Yaz döneminde bütün dünyaya yayılan ve daha bitmeyen mali krizin başlangıç noktası ABD'de emlak piyasasında spekülasyon sonucu oluşan balonun patlaması oldu.

ABD Merkez Bankası, 4 yıl boyunca bankalara ve bazı finans kunuluşlarına, müşterilerine çok cazip tekliflerde bulunma olanağı sağlayarak yoğun bir spekülasyon alanı açtı. Ve bunun sonucu olarak aniden 2006'da Amerikan emlak krizi ortaya çıktı.

Bu dönem esnasında gerçek taleplere spekülatif talepler de eklenince konut fiyatlarında patlama oldu. Bu da yeni bir çok konutun inşasına yol açtı. Ama yeni konutlar alıcı bulamayınca (4 milyon konut alıcı bulamadı) aniden durum değişti. Bu değişiklik ABD Menkez Bankası'nın faizleri arttırmasıyla tüketici kredi faizlerinin de artıp bazı kişilerin artık borçlarını ödeyemez duruma düşmesiyle çakıştı. Borcunu ödeyemeyenlerin sayısı gittikçe arttı ve insanların bir kısmı evlerini satmak zorunda kaldı. Bir kısmının evlerine de onlara borç veren bankalar el koydu. Böylece Amerikan emlak piyasasi krizi denilen bu kriz daha da vahimleşti.

Bu emlak krizi, ABD'de dar gelirli kitleler arasında çok önemli tahribat yaptı. İlk başta bu insanlara çok cazip ama değişken bir faiz sistemi önerildi. Amerikan Merkez Bankası temel faiz oranını yüzde 1'den yüzde 5'e çıkarınca, bu insanlar bir tuzağa düşmüş oldu.

Şu anda, yeni konut alan bir milyondan fazla kişi konutlarını kaybetti. Bu rakamın 2008'de 3 milyona çıkmasından söz ediliyor. Üstelik buna ek olarak dar gelirlilerin bir kısmı, konutlarına ancak bazı özverilerde bulunarak veya harcamalarını azaltarak sahip çıkabildi. Bu da, emlak krizinin birkaç milyon dar gelirli aileyi yoksulluğa sürüklemesi demek.

ABD'de yaşanan emlak ve inşaat sektöründeki bu kriz, henüz bitmiş değil. 2008 başında en üst seviyesine çıkması bekleniyor.

Emlak krizinin büyümesi sadece ABD ile sınırlı değil. Farklı seviyelerde de olsa bütün emperyalist ülkelerde aynı şekilde ve nedenlerle emlak krizi yaşandı: İlk başta dar gelirlilere hitap eden konut kıtlığı fiyatları tırmanışa geçirir. Fiyatların tırmanması spekülatif amaçlı satın almaya yol açıp pazarda önemli bir hareketlilik doğurur. Banka kredilerinin kolayca verilmesi de bunu körüklemektedir.

Şu ana kadar Avrupa ülkelerinde konut fiyatlarında bir çöküş yaşanmadı. Ama örnegin Fransa'da her üç ayda bir yayınlanan verilerde, 2000 yılında bu yana ilk defa konut fiyatlarında küçuk bir düşüşün yaşandığı belirtiliyor.

2007 yazından başlayan ABD emlak krizi yayılarak mali krize dönüştü. Emlak sektörü krizi sadece tetikleyici oldu. Mali kriz, her üç ya da dört yılda bir tüm düya mali sistemini sarsan krizlerin devamı.

Şu anda mali krizin büründüğü şekil bankaların birbirlerine karşı olan güvenlerinin sarsılmasıdır. Bütün bankalar doğrudan veya dolaylı olarak ABD bankalarının piyasaya sürdüğü ve sonradan karıştırılarak, şekil değiştirerek yeni bono şeklinde spekülatif fonların sattığı ipotek kredilerine sahip.

Bir ara çok büyük kazanç getiren bu hisse senetleri, hem büyük bankaların hem de bazı büyük şirketlerin kasalarında yatıyor. Mali işlemler şeffaf olmadığı için bu riskli kredilerin, yani bunların bir gün ödenme şansı olup olmadığı ve miktarı bilinmiyor. Bankaların kasalarında bulunan değerler, bankalar arasındaki günlük bir sürü işlemde güvence temeli oluşturuyor. Krizin getirdiği güvensizlik aniden bu günlük mali işlemleri önemli ölçüde durdurdu ve bu nedenle de kredi fiyatları arttı.

Zora düşen bankalara ve sıkışan kredi sistemini rahatlatmak için Merkez Bankaları önemli boyutlarda müdahale etti.

Merkez Bankalarının, yani Amerikan Federal Rezerv'in (FED), Avrupa Merkez Bankası'nın avro kullanan ülkeler adına ve İngiltere ile Japonya Merkez Bankalarının, ek olarak daha başka bir sürü Merkez Bankasının müdahalesi iki şekilde oldu. Bir yandan müşterilerinin paralarını ödeyemeyecek duruma düşen, iflas eşiğine gelen bankalara istisna ve sınırsız kredi verdiler. Diğer yandan ise, kredi sistemini rahatlatmak amacıyla bankalar için faiz oranlarında refenans görevini yapan Merkez Bankası faizi aşağı çekti.

Avrupa Merkez Bankası, faiz oranını artırmaktan vazgeçti ve FED ise, bu oranı çok önemli ülçüde indirdi.

Merkez Banklarının bu cömertlikleri mali sistemi -en azından şimdilik- kredi azalmasının getirdiği boğulma tehlikesinden kurtardı. Böylece spekülatörleri de kurtarmış oldular. Bunun sonucu olarak spekülatörler, tehlikeye girmeden spekülasyon yapabileceklerini gördüler. Çünkü bu yolla kazançlı çıkarlarsa paralanı cebe atacaklar, eğer kaybederlerse kayıplarını kendileri değil, Merkez Bankaları ödeyecek.

Bankalar veya spekülasyon yapan şirketlere venilen para da sonuç itibarıyla şu veya bu şekilde yine kitlelerin cebinden çıkacak. Merkez Bankalarının verdiği yüzlerce milyar borç biçiminde ama bu borcun ödeneceğinin hiç bir garantisi yok. İşte bu durumda açıklar şu veya bu şekilde kapatılacak. Bir de sonuç itibarıyla verilen krediler piyasadaki para miktarını fazladan arttırmak, yani enflasyon anlamına gelmektedir. Enflasyon da fiyatların artmasıdır. Bu ise herkesin, ama özellikle emekçilerin satın alma gücünü etkiler. Zaten ücretlere uzun zamandan beri gerekli zam yapılmadı.

Bu son mali kriz, mali alanda var olan aralıklarla ateş yükselmeleri sonucu üretimi boğulmaya doğru götüren yolda son kriz. Ekonominin gittikçe mali alana kayması, kapitalist dünya ekonomisinin 1960-1970 yılları arasındaki durgunluk veya çok cılız büyüme donemine -arada bir gerileme de oluyor- girmesi belirleyici nitelik oldu.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kapitalist ekonomi, savaş sonrası yıkımları telafi etmek için yapılanlarla belirli bir büyüme yaşadı, ama ardından şirketlerin ortalama kâr oranlarında sürekli bir şekilde düşme oldu.

1969 ile 1971 yıllanı arasında uluslararası para sisteminin krize girmesi ve ardından yaşanan petrol şoku bunun ilk belirtisi oldu.

1973'te petrol fiyatına yapılan ani büyük zam, pazarın durgunluğa girmesi nedeniyle satış artmadığı için, petrol tröstleninin kârlılığını korumak armacıyla yapıldı. Ama böyle bir çare ancak yerküre ölçeğinde neredeyse tekel konumunda olan tröstler için olanaklıydı. İşte petrol tröstlerinin konumu buydu. Petrol tröstleri, kendilerini, büyümekte olan krizin etkilerinden korumaya çalışırken aldıkları önlemler, krizi daha da körükledi.

Petrol fiyatlarının artması -1970-1981 arasında 14 kat arttı- üretim sektörüne büyük bir darbe indirip bir çok işyeninin kâr oranını daha da düşürdü. Bu kapitalist krizlerde yeni olan bir olgu değil. Büyük tröstler, genellikle kriz dönemlerinde toplumun zararına olan bir şekilde, hatta diğer kapitalistlerin de aleyhine, daha küçük şirketleri boğma pahasına da olsa kazançlarını korumaktadır. Böylece ekonomideki hakimiyetleri daha da artar.

Bir çok devlet, kapitalist şirketleri kurtarmak için çok çeşitli yardım ve sübvansiyonla müdahalede etti. Bunları yapabilmek için karşılıksız, bolca para bastılar ve büyük boyutlarda borçlandılar. Devletlerin borçları aniden tırmandı ve tırmanmaya devam ediyor. Bütün bunların neticesi olarak tüm dünyada enflasyon hızlı bir şekilde arttı. Sadece bu enflasyon ücretliler başta olmak üzere sabit gelirlilere önemli bir saldırı teşkil etti.

Bir aşamada ilaç diye kullanılan çare, bir sonraki aşamada zehre dönüştü. Ülkelere göre farklı bir şekilde gelişen enflasyon, dünya ticaretine büyük darbe indirdi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Bretton Woods'ta oluşturulan uluslararası para düzeni şöyle böyle istikrarlıydı. Bu son gelişmeler para sisteminin olmaması nedeniyle istikrarsızlığı daha da arttırdı.

Ekonomide mali sektörün ağır basmaya başlaması 1971 uluslararası para sistemi krizinin açıkça gün ışığına çıkmasından önce başlamıştı. 1960'lı yılların sonunda o zamanlar "petro dolar" gündemdeydi. Yani ABD dışındaki ülkelerde, ABD denetimi altında olmayan dolarlar bazı bankalar tarafından piyasaya sürülmüştü.

Ama yine de ekonominin önemli boyutarda mali sektöre kayması özellikle petrol krizinden sonra başladı. O dönem "petro dolardan" söz ediliyordu. Yani bu dolarlar, bir yandan petrol emirleninin ve diğer yandan ise büyük petrol şirketlerinin ellerinde toplandı ve üretim yatırımlarına gitmeyip önemli kazanç getirebilecek dünya mali sektörüne doğru aktı. Biriken bu devasa miktara devletlerin borçlarından oluşan büyük miktardaki bonolar eklendi.

Kapitalist sınıfın bütününün çıkarlarını savunmak amacıyla devletler ile sanayi ve mali gruplar kâr oranlarının düşmesini engellemek için yıllar geçtikçe belirli önlemler aldı. Bu önlemlerin sonucu işçi sınıfının ulusal gelirden aldığı pay azalıyor ve böylece de kâr payları artıyor.

Bu saldırı ülkelere ve devlet yoneticilerinin siyasi ve sosyal fırsatlarına göre çok farklı şekiller aldı. Saldırılar 1980'li yıllardan itibaren gidişatı değitirdi, bu tarihten itibaren her yerde kâr oranı artışa geçti. 1990'lı yıllarda ise kâr oranı kriz öncesi seviyesini yakalayıp geçti.

Geçen yüzyılda kapitalizmin klasik üretim fazlalığı krizlerinin başında kâr artışının başlaması, genellikle üretimin artmasıyla sonuçlanırdı. Çünkü kapitalistler üretim alanına yatırım yapıp ünetimi arttırıp, işe yeni işçiler alıyordu. Ama bu krizde böyle bir şey görülmüyor. İşçi sınıfının artan sömürüsüyle elde edilen büyük kârın çök küçük bir bölümü ünetim yatırımlarına gidiyor. Sürekli bir şekilde para ve kredi hacmini arttırarak dünya mali sistemini büyüttüler. Kapitalist gruplar yatırım yapıp yeni üretim araçları yaratıp yeni pazar oluştunacaklarına son on yıla damgasını vuran şirket satın almaları ve evlilikleriyle diğerlerinin mevcut pazarını satın alarak kendi pazarlarını bu şekilde büyümeleri oldu. Paralarını yatırıma doğru yönlendireceklerine şu veya bu seviyede spekülatif amaç güden mali faaliyetlerde kullandılar.

Spekülasyon kapitalizmin ayrılmaz bir parçası. Hisse senetleri ve tahviller üzerinde yapılan spekülasyon borsa kadar eski. Borsa, kapitalist bir pazar olarak kapitalist ekonominin işleyişi için mutlaka gerekli ve her zaman da bir spekülasyon yeri olmuştur. Ama kazançlı yatırım peşinde olan sermaye miktarının gittikçe önemli ölçüde artmasına paralel olarak, bilgisayar sisteminin gelişmesiyle mali sistem daha çok spekülatif yeni "ürün" icat etti. Yeni uzmanlaşmış organlar icat edip birbirilerine başkalarının hisse senetlerini ikinci, üçüncü, bir çok kere satarak mali sistemi devasa bir gazinoya, kumarhaneye dönüştürdüler. Onların deyimiyle "mali mantığın" üretim şirketlerine de kendisini dayattığını belirtenler sadece kapitalist düzeni eleştirelerle sınırlı değil. Bu iki şekilde oluyor: Bir taraftan üretim şirketleri kârın daha büyük bir bölümünü ve hatta günlük bütçelerini mali faaliyetlerde kullanıyorlar. Diğer taraftan, yatırıma gidebilecek olan miktar kısa vadede yüksek kazanç getirebilecek hisse senetleri alımında kullanılıyor. Bazı burjuva iktisatçıları bile, bu gidişattan, uçuruma doğru gidişten şikayetçi. Çünkü onlar, kapitalistlerin paylaşmak için kavga verdikleri artı değer miktarının son tahlilde sadece üretime bağlı olduğunu biliyorlar.

Bazı küreselleşme taraftarlarının yaptığı gibi "kapitalizmin dünyaya yayılmasını" teşhir ederek ekonominin mali alana dönuştüğünü ileri sürmek ve mali krizleri bununla açıklamaya çalışmak saçma. Şimdiki kriz 1929'deki kriz gibi "dünyaya yayıldı". 19'uncu yüzyılda arada bir düzenli bir şekilde olan krizler her ne kadar, demiryolları, demir-çelik, tekstil veya inşaat alanlarıyla sınırlı, "kapitalist ekonominin dünyaya yayılması" bütün dünyayı ilgilendirmemiş olsa da, yine aynı nitelikteydi.

Tabii ki sermayenin daha kolay dolaşımı ve sermaye yatırımlarının daha rahat bir şekilde yapılabilmesi için mevcut kurallar, ayarlama sistemleri kaldırıldı. Bir önceki dönemde üretim şirketleriyle bankalar ve sigorta şirketleri ve hatta banka sistemi içerisindeki ticari ve yatırım bankaları arasındaki sınırların kaldırılması sonucu olarak en küçük kapitalist çalkantı anında her tarafa yayılıyor.

Buna bir de şunu eklemek gerekiyor, sermaye dolaşımını engelleyen kapitalist ülkeler arasındaki duvarlar da yıkıldı ve dahası, şimdiye kadar kapitalist ekonomi ve mali sektör dışında kalan dünyanın bir kısmı da bu alanlara katıldı. Bunlara eski SSCB etrafında oluşan ve eski Doğu Avrupa Ülkeleri ve emperyalist egemenlik dışında kalabilmek ve kapalı sınırlar içerisinde bir ekonomik kalkınmayı deneyen yabancı sermayeye karşı gümrük duvarları oluşturmuş bazı geri kalmış ülkelerin de yeniden dünya pazarına dönmelerini eklemeliyiz.

Şimdi artık borsalar bile eskisi gibi ortadaki büyük bir sepet etrafında işlem yapan spekülasyon binaları şeklinde değil. Borsa, artık bir mekanı olmayan, bütün dünyaya bir bilgisayar ağıyla bağlı bir sistem şekline dönüştü. Artık borsanın günlük kapanışından sonra bile güneş sistemini takip ederek Tokyo veya Hong-Kong'dan, Moskova, Paris veya Frankfurt'tan Londra'ya sonra da New York'a kadar 24 saat üzerinden spekülasyon yapmak olanaklı. Hisse senetlerindeki küçük farklılıklar yoluyla bir merkezden diğerine 24 saat boyunca işlem yapıp servet elde edinen borsa uzmanları var.

Krizin ilk aşamasında devletler enflasyon yoluyla müdahale edip, karşılıksız para basıp kendi kapitalist sınıflarını destekledi. Ama ikinci aşamada, yani l980'li yıllardan itibaren enflasyon kapitalist sınıf açısından sorun olmaya başladığı için, bu defa devletler enflasyonu dizginlemek için önlemler aldı.

Devletler artık her yerde karşılıksız para basma yerine borçlanmaya başvurdu. Enflasyon frenine basıldı ama bu defa da devlet borçları çok arttı.

Örneğin Fransa'da devlet borçları 1.200 milyar avroyu geçti. Avro sabit değerden, yani enflasyon etkisini çıkararak, hesaplanırsa, sürekli bir şekilde artan kamu borcu son 25 yılda 5 katına çıktığı görülür. Sadece bu borç masrafı Fransa'nın 2007 devlet bütçesine 39 milyar avroya mal olup ikinci büyük harcama kalemini oluşturdu.

Devlet borçlarının mali sistemi beslemesi yeni bir olgu değil. Ama bugün mali sektörün ekonomiye hakim olmasıyla birlikte bu olay, emperyalist ekonomide şimdiye kadar görülmemiş seviyeye çıktı. Aralarında devlet bonolarının önemli yer tuttuğu devlet borçları, uluslararası mali sistemi besleyen para üzerine yapılan spekülasyonun bir parçası haline dönüştü. Devlet borçları, borsa veya banka çöküşü dönemlerinde paniğe kapılan ve emin yatırım peşinde koşan kapitalistler için bir çare. Çünkü her ne kadar devletçiliğe karşı olsalar da, şirketlere göre devletler çok ender iflas bayrağı çeker. Tabii ki Meksika, Tayland gibi ülkelerin veya Mali'nin -ki bu ülke devlet bonolarına başvurur mu?- devlet bonoları ile ABD'nin devlet bonoları arasında önemli derece güven farkı var.

Kendilerini burjuva ekonomistleri olarak ifade eden kişilerin sürekli olarak üretimi tehdit eden mali çalkalanmadan endişelenip bir çıkış yolu aramaları onlara göre mantıklı. Ama değerlerin yitirildiği, siyasetin çürüdüğü bugünkü ortamda küreselleşme karşıtlarının sadece sol değil, üstelik radikal sol olarak tanıtılmaları, hayret verici. Küresellesme karşıtlarının tavrı, kapitalist ekonomiyi daha az hasta kılmaya çalışan burjuva ekonomistlenden pek de farklı değil. Küreselleşme karşıtları her ne kadar ekonominin, mali sektörün denetimine geçmesi sonucunda ortaya çıkan felaketi teşhir etmekte haklı olsalar da, yaptıkları tüm öneriler, en iyi şekliyle tahta bir bacağa pansuman yapmak gibi bir şey. Örneğin sermaye dolaşımına Tobin vergisi uygulamak, vergi cennetlerine son vermek, geriye dönüş anlamına gelen sınırlamalar ya da gümrük duvarları oluşturmak, bu öneriler arasında.

Büyük empenyalist güçlerin veya onlara bağlı mali grupların nezninde bu korumacı fikirlerin destek görmesi imkânsız değil. Mali sektörün her tarafa hakim olması onlara yerküresinin sınırsız biçimde talan edilmesi olanağını sağlasa da bunun bazı sonuçları onlar için hiç de hoş olmayabilir. Büyük emperyalist güçler, bir yandan açıkça sermayenin serbest dolaşımı için engellerin kalkmasını savunurken, diğer yandan kendi aralarında ve özellikle de moda olan deyimle gelişmekte olan ülkelere karşı her zaman korumacı bir siyaset uyguladılar.

Örneğin birkaç yıldan beri hem ABD hem de Avrupa Birliği, Çin'den veya diğer bazı geri kalmış ülkelerden gelen bazı ucuz ürünlere karşı kendilerini korumak için birr yola başvuruyor. Bu, oldukça karmaşıktır. Çünkü ucuz ürünlerin çoğu sanayileşmiş ülkelerden gelen sermaye ile üretiliyor. Örneğin Çin sanayisinin en modern sektörleri olan elektronik ve beyaz eşya sektörü neredeyse Japon kökenli senmayenin devasa bir atölyesi. Bu ürünler, emperyalist ülkelerin ticari veya sanayi şirketlerinin siparişlerine göre üretiliyor. Dünyanın en büyük süper manketler zinciri Amerikan Wal Mart ya da oyuncak şirketi Mattel bunu yapıyor. Emperyalist ülkelerin derdi belirli kararlar dayatıp Çin pazarını kendi sermaye ve ürünlerine açık, diğer yandan, en azından belirli ölçülerde kendi pazanlarını Çin ürünlerine kapalı tutmaktır.

Korumacı sistemin baş göstermeye başladığı bir alan ise, mali alanın ta kendisi. Bazı petrol emirliklerinde önemli miktardaki gelirlerinin bir kısmı yöneticiler tarafından kendi ülkelerinde harcanmadığı için uzun yıllardan beri bu miktarı genellikle ABD devlet bonoları ve bazen de büyük şirket hisseleri olanak kullanmakta.

Farklı nedenlenden dolayı Çin de aynı konumda. Çin'in ihracatı, son yıllarda, Çin'deki emekçilerin aşırı bir şekilde sömürülmesi sonucu çok arttı. Çin, ihracattan, temel olarak zengin zümrenin ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan ithalata göre çok daha fazla kazanç elde ediyor. İşte Çin, bu dış ticaret fazlalılığını ABD'de devlet tahvili veya hazine bonosu almak için kullanıyor.

Bu para ABD, devletinin bonolarını satın almakta kullanıldığı müddetçe ABD'yi hiç rahatsız etmiyordu. Tam aksine onun işine yarıyordu. ABD devlet bütçesini yoksul ülkelerden gelen bu para ile dengeleyebiliyor. Bu yöntemle Çin işçi ve köylülerinin sırtından kazanılan para, emperyalist mali sektöre akıtılıyor. Ama bazı devletler "hakim fonlar" diye adlandırılan fonlarla (örneğin petrol emirlikleninin yaptıkları gibi) veya devlet tröstleri aracılığıyla (örnğin Çin petrol tröstü Cnooc veya Rus Gazprom) pazarlarını çok daha kazançlı bir şekilde kullanmak için Batılı şirketlerin hisse senetlerini satın almaya çalışıyorlar.

Bu olgu şimdilik manjinal ama yine de belirli çevreler ülkenin "stratejik çıkarlarıdan", "ekonomik yurtseverlikten" söz edip çığlıklar atıyor. İşte bu gerekçelerle, ABD, Çin devlet kuruluşu olan Cnooc'un, ABD petrol şirketi Unocal'u ve Dubai Ports World'un bazı ABD limanlarını almasına karşı çıktı.

İtalya ve Fransa, birer Avrupa Birliği üyesi olmalarına rağmen, Fransız devleti aynı korumacı mantıkla İtalyan Sinketi Enel'in Fransız Suez şirketini satın almasına karşı çıktı.

Bu güne kadar korumacı tavırlar, sermayenin serbest dolaşımının getirdiği kazanç daha yüksek olduğu için arada bir ve sınırlı. Ama dünya ekonomik gidişatı çok kötüleşirse büyük bir ihtimalle korumacı önlemler ve davranışlar önemli ölçüde artacak ve bundan en çok zarar görecek olan ihracat yapan geri kalmış ülkeler olacak.

İşte bu durumda "kapitalist kureselleşmeyi" teşhir eden küreselleme karşıtlarının istekleri yerine getirilecek. Nasıl ki küreselleşme emperyalist ülkelerin lehineyse korumacı önlemlerin uygulanmaya haşlaması da aynı şekilde onların lehine olacak. Emperyalizmin hakim olduğu dünyada ne "adil" bir siyaset, ne de "adil" bir ticaret olanaklı.

Korumacı siyasetin yeniden uygulanmasını savunmak gerici bir siyasettir. Çünkü bu siyasetin amacı temel olarak, büyük sermayeyi zor durumdan kurtarmak ve ekonominin kapitalist temeller üzerine dayanmasına yardımcı olmaktır. Üstelik de eğer krizin daha kötüye gitmesi sonucu ulusal korumacılık sistemine doğru geriye dünüş olursa bu muazzam bir toplumsal gerileme olacak. ABD'de, 1929'daki büyük ekonomik krize ve bunun sonucu ortaya çıkan ekonomik yıkıma çare olarak, büyük devlet yatırımlarında devletçilik "New-Deal" uygulandı ama diğer taraftan Alman ekonomisinde ise Nazizm uygulandı.

Biz komünist devrimcilerin yaklaşımı bunun tam tersi olmalı. Bugünkü kriz kapitalist ekonominin bir aşaması, özellikle de vazgeçilecek bir aşamasının krizi değil, kapitalist düzenin öz işleyişinin insanlığı felakete sürükleyişinin bir ifadesi.

Yaşanan kriz, banka sisteminin şeffaf olmamasına, banka ve mali kuruluşların gittikçe daha farklı, üretime bağlı ekonomiyle ilişkili olmayan, yani karışık mali ürünler icat ederek yaptıkları rekabetin topluma neye mal olduğunu gösteren -bu büyük bir bedeldir- yeni bir delildir.

Bütün bunlar zaten anarşik olan kapitalist ekonominin işleyişini daha da çarpıtıp kötüleştirmekte ve devasa israflara yol açmakta.

Ekonominin kitleler tarafından denetlenmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Farklı reformistlerin önerdiklerinin tam aksine daha sıkı bir denetim ve devletçiliğin arttırılması bir çozüm değil. Çünkü aynı zamanda devleti kim denetliyor sorusu var.

Tek çözüm yolu, bütün bankaların tek bir banka şeklinde birleştirilmesi, böylece ölümcül rekabetlerine son verilmiş olunacak. Banka gizlilik sistemi kaldırılarak kitlelerin bankayı sıkı bir denetim altına almaları toplum için bir çıkış yolu olabilir.

Emperyalizm çağında mali sektör, ekonominin tefeci yönlerini öylesine geliştirdi ki ekonomi tamamen boğulma noktasına geldi. Mali küreselleşme kapitalist küreselleşmeyi en uç sınırlara kadar itti.

Birlikte ilerleyen bu iki olgu hem "ulusal ekonomilerin" hem de özel mülkiyetin gereğinin anlamını yok etti. Kapitalizmin kendi öz evrimi, inşa edildiği temelleri yıkıyor, toplum gerileyerek bu çelişkilerden kurtulamıyor.

Tamamen geriye dönüş bir felaket olacak. Gelecek ancak özel mülkiyete ve mali kuruluşların egemenliklerine, yani kapitalist ekonominin dayandığı temellere son vermekle olabilir.