Sürekli devrimin iki yorumu (Lutte de Classe'dan, No.12, eylül 1973 çevrilmiştir)

打印
1 eylül 1973

Norodom Sihanuk: Bir Kralın İşçi Liderine Dönüşümü

Birleşik Sekreterlik" organı Dördüncü Enternasyonal'in son sayısında (No.7-8, Mayıs-Ağustos 1973) "Sihanukizm ve Kamboçya Devrimi" başlıklı bir makale yayınlandı. Bu makale, adı geçen eğilim üyesi yoldaşların azgelişmiş ülkelerde devrim sorununa yaklaşımı açısından önem taşımaktadır. Özelikle, bu yoldaşların yaklaşımının bize göre Troçki'nin Sürekli Devrim teorisi ile uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını burada belirtelim.

Söz konusu makale, önce Kamboçya'daki gerilla gruplarının İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana olan gelişimini anlatmaktadır. İlk Çin Hindi Savaşı sırasında "Özgür Khmer", İkinci Çin Hindi Savaşı sırasında ise Kızıl Khmer" adını taşıyan gerilla güçleri, o dönemde Norodom Sihanuk kraliyet hükümetinin şiddetli baskısına hedef olmuşlardı. Makale daha sonra 1970 darbesi ve ondan sonra kurulan "Khmer Birleşik Ulusal Cephesi"nden (FUNK) söz etmektedir. Bu cephede "Kızıl Khmer"in bazı liderleri yanında, onların bir kısım eski düşmanları da, yani Sihanuk'un bazı yandaşmarı da yer almaktadır. Bu gerçek karşısında kendine "Dödüncü Enternasyonal" diyen bir örgütten (en azından "Birleşik Sekreterlik"in bu alandaki geçmiş hatalarından habersiz olanlar tarafından) beklenecek tutum, Kamboçyalı emekçi kitleleri mücadelenin önderliğini böyle kimselere bırakmanın sakıncaları açısından uyarmak olurdu. Veya hiç olmazsa "Birleşik Sekreterlik"in, kendi olanakları yetersiz olduğundan, o ülkede işçi sınıfını bağımsız, devrimci bir liderlik oluşturmaya çağırması gerekirdi.

Ancak, tam tersine, söz konusu makale Kamboçya halkının mücadelesini FUNK'un önderliğinde Sosyalist Devrime yöneleceğine dair kesin bir güven ifade etmektedir.

Norodom Sihanuk konusu ilgi çekici olmakla beraber, asıl sorun bu değildir. Çünkü, eski Kamboçya kralı 1970 darbesinden sonra eski düşmanları ile bir olup darbecilere karşı mücadele etmek yerine Fransız Riyera'sına yerleşip politikadan çekilmiş bile olzaydı, devrimci hareket Khmer gerillasının milliyetçi önderliği, bu önderliğin hedefleri gibi soruları gene de cevaplandırmak durumunda kalacaktı. Norodom Sihanuk Pekin'deki sürgün hükümetinin başında olsun veya olmasın, devrimci Marksistler FUNK'zaten bir burjuva milliyetçi liderlik olarak nitelemek zorundadırlar. Ne ar ki, "Birleşik Sekreterlik"in liderleri FUNK'u Kamboçya'da Sosyalist Devrimin aracı olarak gördüklerinden, bu "sosyalist"liderliğin başında tahtını kaybetmiş olsa bile bir kralın bulunması onlar için bazı problemler yaratmakta, ve onları bazı açıklamalarda bulunmaya zorlamaktadır.

Yukarıda sözü edilen makalede, Kızıl Khmer ve hatta FUNK'un izlediği politikalar ile ilgili herhangi bir eleştiri olmasa da, Sihanuk'un geçmişi ile ilgili bazı değerlendirmeler bulunmaktadır. Fakat bu oldukça ılımlı yorumlardan hemen sonra, Sihanuk'un güven kazanmak içn söylediği, "Sihanukizm devri artık kapanmıştır.... benim rolümün azaltılması gerekecektir" veya "her ne pahasına olursa olsun, Kamboçya'nın bağımsızlığının emperyalizme karşı korunmasına katkıda bulunacak insanlarla ayrılığa düşmek istemem" gibi sözleri aktarılmaktadır.

Bu makalenin yazarı bir yandan "Sihanuk, zaferden sonra, Pracheachon'a (Kamboçya Komünist Partisi) karşı çıkacak olan sosyal, dini ve politik muhalefetin başına geçebilir" deme zorunluluğunu hissederken, diğer yandan "Sihanuk bu sorunu kendi başına halletmiştir" diye eklemekte, ve Sihanuk'tan şu alıntıyı yapmaktadır: "Şunu biliyorum ki, benim başında bulunduğum Khmer Devleti'nin meşruiyeti ve devamı kisvesi altında, Kızıl Khmer liderlerinin ilk hedefi Kamboçya toprakları üzerinde işçi devrimini gerçekleştirmektir. Bu durumda ülkeme ancak gerçek güçten yoksun bir devlet adamı olarak dönmeme izin vereceklerdir. Eğer ben Kamboçya'ya gereğinden önce dönersem, Lon Nol'un komünizme karşı olan bazı taraftarları da dahil olmak üzere, Khmer'lerin büyük bir kesimi, sosyalist olmayan bir rejimin tekrar kurulması yolunda beni kullanmak isteyeceklerdir. Kızıl Khmer'li ortaklarıma böyle bir oyuna gelmeyeceğimi belirttim"

Bu makalenin yazarı Sihanukun sadakat iddialarını ve bir uzman edası ile Kızıl Khmer liderlerine işçi sınıfı devrimcisi payesini vermesini büyük bir zevkle tekrarlarken, Sihanuk'un gelecekteki muhtemel tutumu konusundaki küçük kuşkularını da "ancak, hem sosyal hem de ulusal açıdan, Sihanuk'un açıklamalarından çok daha önemli olan, Kamboçya'daki devrim sürecinin gelişimi ve Çin Hindi devrimi içindeki yeridir" gibi sözlerle geçiştiriyor, ve şu sonuca varıyor: "İlk direniş, Kuzey Vietnam işçi devletini ortaya çıkararak, bu mücadelelerin gelecekte nereye varabileceğini göstermişti. Ancak, büyük `sosyalist' ulusların ve `barış içinde yanyana yaşama' politikasının ağırlığı, sürekli devrim sürecini geçici olarak durdurdu. Bu yüzden Sihanuk'unki gibi rejimler ortaya çıktı. İkinci direniş Çin Hindi Sosyalist Devrimini getirecek mücadeleyi başlatmıştır."

Yani "Birleşik Sekreterlik"e göre, 1954 ile 1970 arasında Sihanuk'un yönetimindeki Kamboçya, emperyalizmin izin verdiği oranda ekonomik özgürlük elde etmeye çalışan bir eski sömürge değil de, "geçici olarak" durmuş olan "sürekli devrim süreci"nin bir eseriydi. Başka bir deyişle, o Kamboçya devleti bir burjuva devleti ile bir "deforme" işçi devleti arasında bir şeydi. Gerçi sonuçta bu politik açıdan bir şey ifade etmez tabii. Olsa olsa belki Sihanuk'un sürgündeki Khmer hükümetinin başında bulunmasından rahatsız olan bazı Dördüncü Enternasyonal okuyucularını avutabilir.

Sonuçta, burada da Sihanuk'un varlığı sorunun özünü değiştirmemekte, sadece Troçki'nin politik mirasçısı olduğunu iddia eden bir örgütün çarpıtmalarını daha da acınacak hale sokmaktadır. Maalesef bu "Birleşik Sekreterlik", Kamboçya halkını başarılı bir sosyalist devrime götürecek bir "sürekli devrim süreci"nin işçi sınıfının bağımsız müdahalesi olmaksızın, ve bir devrimci proleter liderlikten yoksun olarak gerçekleşebileceğini söylemektedir.

"Birleşik Sekreterlik"in Çin ve Küba'da Sürekli Devrime Bakışı

Kamboçya'nın Dördüncü Enternasyonal'de yer alan bu politik analizi bir istisna veya tesadüfi bir yanlışlık sanılmamalıdır. Tam tersine, ulusal kurtuluş haraketlerinin küçük burjuva milliyetçisi liderliklerine karşı bu tür bir tutum "Birleşik Sekreterlik"in (ve Troçkist olma iddiasındaki birtakım başka eğilimlerin) sürekli politikası durumundadır. Bu yoldaşlar, Çin, Kuzey Vietnam veya Küba'yı "işçi devleti" olarak nitelemelerini bu şekilde haklı göstermeye çalışmaktadırlar. Aynı yoldaşlar geçmişte de aynı şekilde Cezayir, Filistin ve Vietnam gibi ülkelerdeki küçük burjuva milliyetçisi liderlerin izin takip etmeyi haklı çıkarmışlardı.

Bu analizin altında yatan fikirler, 1971'de Ligue Communiste tarafından Lutte Ouvriere'e karşı polemik olarak yayınlanan Lutte Ouvriere ve Dünya Devrimi isimli kitapçıkta açıkça ifade edilmektedir.

Lutte Ouvriere'in Çin'le ilgili pozisyonu hakkında, bu kitapçığın yazarı şöyle demektedir: "Çin devrimini bir işçi sınıfı devrimi olarak nitelemeyi reddetmeleri, birbiriyle zıtlaşan sosyal güçler ve devrimci liderliğin yapısı hakkında görünüşte sağlam bir analize dayanmaktadır. Şurası gerçek ki, Çin işçi sınıfı, liman şehirlerinde Kantom Komünü ile doruğa ulaşan mücadelesinin yenilgiye uğramasından sonra, 1949 devriminde bir sınıf olarak aktif bir rol oynamamıştır." Bu gerçeği inkar etmek zor olurdu zaten. Ancak, bu yazar ekliyor: "Ne var ki, devrimin bir bütün olarak izlediği gelişim, devrimci liderliğin işçi sınıfı ile aynı çizgiye gelebilme özelliğinden etkilenmiştir."

Peki burada sözü edilen "devrimci liderlik" (yani Çin Komünist Partisi) ne zaman ve nasıl işçi sınıfının çıkarları ile bir çizgiye gelmiştir ki? "Dört sınıf bloku" politikası başlatıldığı zaman değil kuşkusuz, çünkü bu politika işçi sınıfının çıkarlarını gözetmemiş,aksine işçi sınıfının ulusal burjuvaziye boyun eğmesi sonucunu doğurmuştur. Yazarın buna verdiği cevap şudur: "Çin Komünist Partisi Stalinist dönemde yetiştiği için Stalinist ideolojiden fazlasıyla etkilinmişti." Peki ama o halde bu biraz garip bir "devrimci liderlik" olmuyor mu?

Peki söz konusu kitapçıkta yer alan "Çin Komünistleri, bazı hatalara(!) rağmen, işçi sınıfını her zaman devrimin rehberi olarak gösterdiler" iddiası nasıl kanıtlanmaktadır? Gayet basit: "1930 Ocağında, köylülerin silahlı mücadelesinin en kararlı savunucusu olan Mao bile, eğer köylülerin mücadelesine işçi sınıfı önderlik etmezse devrimin başarılı olamayacağını kabul etmişti" diye, yani Mao'nun kendi ağzından bazı sözleri (gerçi bu tabii Sihanuk'un sözlerini kullanmaktan daha kötü değildir, ancak yöntem olarak da daha iyi olmadığı kesin) kanıt olarak ileri sürmektedir.

Hazır köylü savaşı, Çin Komünist Partisi ve işçi sınıfının ilişkisi hakkında 1930'larda yazılanlara değinmişken, kitapçığın yazarı Troçki'nin 1932 Eylül'ünde Çin Bolşevik-Leninistilerine yazdığı mektubu da okusa iyi edecekti. Bir kere, o mektupta kendisine yararlı olacak bazı tavsiyeler bulacaktı: "Bilinçli işçiler `komünist' etiketleri ve bayrakları ile gerçek sosyal süreci birbirinden ayırt etmeyi öğrenmelidirler", ve de "köylü sınıfının çifte özellik taşıdığını unutan, Marksist değildir". Ayrıca kitapçığın yazarı bu mektupta Çin Komünist Partisi'nin izlediği politikanın bir analizini de görecekti. Yirmi sene kadar sonra olacak olaylara ışık tutacak nitelikteki bu analizde, Troçki şöyle demektedir: "Şehirli işçi sınıfının sağlam desteğine sahip bir Komünist Partinin köylü ordusuna bir işçi sınıfı liderliği sağlamaya çalışması başka şeydir, kendine Komünist diyen birkaç bin, hatta icabında onbinlerce devrimcinin işçi sınıfından tamamen kopuk olarak köylü mücadelesinin başına geçmesi başka. İşte Çin'deki durum aşağı yukarı bu ikincisidir... Çin'deki devrimci köylü sınıfının liderleri, politik ve manevi açıdan gerçekte Çin işçi sınıfına ait olan bir göreve sahip çıkmaktadırlar. Bu liderlerin günün birinde güçlerini işçilere karşı kullanmaları mümkün değil midir? "Ve nihayet Troçki, 1949'da Çin'de hüküm süren sınıf ilişkilerinin niteliğini gayet keskin bir şekilde açıklayan şu temel düşünceyi ifade etmektedir: "Köylü sınıfı ile burjuvazi arasındaki köprüyü kuran şehirli orta sınıf, ve özellikle sosyalizm ve hatta Komünizm bayrağını taşıyan aydınlardır."

Gerçekten de, Lutte Ouvriere ve Dünya Devrimi yazarının yaptığı gibi, "Çin Devrimi liderleri ulusal burjuvaziyle çarpışmak zorunda kaldılar" demek kesinlikle yanlıştır. Ulusal burjuvazi, baştan aşağı kokuşmuş olan Çang Kay Şek rejiminden fazlasıyla hoşnutsuzdu. O nedenle, genelde, Çin Komünist Partisi'nin gücü ele geçirmesine karşı çıkmadı. Aksine, pek çok "ulusal kapitalist" açıkça yeni rejimin safına geçtiler. Bunlar daha sonra Çin liderlerini deyimiyle "eğitmden geçtiler", yani ülkenin ambargo altında yaşayabilmesini sağlamak amacıyla alınmış önlemler sonucu oluşan yeni topluma gayet iyi uymayı başardılar.

Kuşkusuz, Çin Komünist Partisi'nin kendine Komünist demesini delil olarak kullanmadan o partiyi bir devrimci proleter liderlik olarak göstermek hiç de kolay iş değildir. Ancak ondan da zor olan, aynı şeyi Küba için yapmaya kalkmaktır. Yukarda sözü edilen kitapçığa göre, Küba konusunda da Lutte Ouvriere "yüzeyde doğru bir sosyolojik analizden yanlış politik sonuçlar çıkarmıştır". Aslında kitaçık Küba işçi sınıfının ayaklanmada önemli bir rol oynamadığını, devrimin "itici gücü"nün küçük burjuva aydınlar önderliğindeki köylü sınıfı olduğunu kabul etmektedir. Kitapçık ayrıca şunu da kabul etmektedir ki "Küba devriminin başındaki sakallı aydınların çoğunluğu başta Marksist olduklarını bile iddia etmiyorlardı". Ve şöyle devam etmektedir: "Bu liderler emperyalizmin baskısı altında sosyalist devrime yöneldiler ve kendilerine Marksist dediler; fakat bu onların kendi milliyetçiliğini mantıklı göstermeye çalışan küçük burjuvalar olduğunu kanıtlamaz".

Ne mantık! "... Sosyalist devrime yöneldiler ... fakat bu onların ... küçük burjuva olduğunu kanıtlamaz." Evet tabii kanıtlamaz. Fakat bizim sorguladığımız da zaten Küba Devrimi'nin sınıf özelliğidir. Kitapçığın yazarı şöyle devam etmektedir: "Bu sadece şunu gösterir ki, dünya kapitalizmi karşısında tek bir seçenek vardır: Ya işçi sınıfı devrimi ve onun gerektirdiği sosyal ve ekonomik önlemler, veyahut emperyalizme tümden teslim olma."

Bu sözler bizde birkaç izlenim uyandırmaktadır.

Birincisi "Birleşik Sekreterlik", "emperyalist baskı" ve "tek seçenek"in bir grup "Marksist olmayan sakallı aydın"ı birkaç ay içinde gerçek bir devrimci liderliğe dönüştürmeye yeterli olduğunu iddia ettiği halde, neden, en azından söz düzeyinde, devrimci liderlik krizini faaliyetlerinin ekseni olarak almaya devam etmektedir, ve neden bu alanda pek başarı elde edememiştir?

Kitapçığın yazarı, birbirine zıt sosyal güçlerle, ve onları temsil eden örgütlerin benimsediği politikalarla ilgili bir analiz yerine "emperyalizme tümden teslim olma dışındaki herşey bir işçi sınıfı devrimidir" gibi fikirler ileri sürmektedir. İkinci izlenimimiz şudur ki, bu tür bir yöntem, iyimserlik derecesine bağlı olarak, insanı değişik uzunlukta "işçi sınıfı devrimleri" ve "işçi devletleri" listeleri düzmeye götürür. Bu yönteme göre diyebiliriz ki 1956'da Süveyş kanalını emperyalizmin baskısına rağmen devletleştiren Nasır "dünya işçi sınıfı çizgisinde" haraket etmiştir. Gene aynı şekilde diyebiliriz ki emperyalist ülkelere petrolü kesme tehdidinde bulunan Arabistan kralı (meslekdaşı Sihanuk'u taklit ederek) işçi sınıfı çizgisine kaymaktardır.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Dördüncü Enternasyonal'in İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminde "yeniden kurulması"nı takiben meydana gelen bölünmeler sonucu ortaya çıkan değişik eğilimleri birbirinden ayırmanın en iyi yolu sahip oldukları "işçi devleti" listelerinin uzunluğuna bakmaktır. OCI ve onun uydusu olan gruplar sadece Çin ve "Halk Demokrasileri"ni listelerine alırken "Birleşik Sekreterlik"in listesi daha da uzundur. En uzun listeye ulaşan ise "dünyada kapitalizmden arda kalanlar"dan bahsetmenin daha kolay olacağını söyleyen Posadistlerdir. Ancak şunu söyleyelim ki "Birleşik Sekretelik", OCI ve Posadistler arasındaki fark kullandıkları yöntemin farklılığı değil, kendilerine ne derece hakim olabildikleridir.

Sürekli Devrimin Akademik Bir Yorumu

Sürekli Devrim Nedir?'de Troçki şöyle demektedir: "Burjuvazisi gelişmekte geç kalmış, ve özellikle sömürge ve yarı sömürge durumundaki ülkelerde, sürekli devrimin anlamı şudur: Bu ülkelerde demokratik ve ulusal kurtuluş sorunlarına gerçek ve topyekün çözüm yolu proletarya diktatörlüğünden, yani işçi sınıfının, ezilen ulusun, özellikle de köylü kitlelerinin önderliğini üstlenmesinden geçmektedir. Köylü sınıfı, devrim açısından ne denli önemli olursa olsun, bağımsız bir rol oynayamaz; hele devrime hiç önderlik edemez. Köylü ya işçiyi takip edecektir, ya da burjuvayı."

Çinli ve Kübalı köylülerin burjuvaziyi mi yoksa işçi sınıfını mı takip ettiği sorusuna Lutte Ouvriere ve Dünya Devrimi'nin yazarı açık bir evap vermemektedir. Oysa bu soru çok önemlidir. Ve tarihi gerçeklere biraz olsun hakkını verenler için bu sorunun cevabı açıktır. Çin'de ayaklanmaya katılan köylüler burjuva ve küçük burjuva aydınları takip etmişlerdir. İşçi sınıfından tamamen kopuk olan bu aydınlar ise, Troçki'nin 1932'de yaptığı tahmine uygun olarak, köylü sınıfı ile burjuvazi arasında bir köprü oluşturmuşlardır. Küba'da da sınıflar arasındaki ilişki aynen Çin'deki gibi olmuştur. Her iki ülkede de, bu şartlar altında başa geldikten çok sonra, ve de zorunluluklar karşısında, hükümet özel mülkiyeti kısıtlayan önlemler almıştır. Bu önlemler azgelişmiş ülkelerin çoğunluğunda (ve hatta endüstrileşmemiş ülkelerin bazılarında) alınmış olan devletleştirme önlemlerinden nicel olarak farklı da olsa, nitelik açısından arada fark yoktur.

Lutte Ouvriere ve Dünya Devrimi'nden alıntı yapılan son bölüm, bizi, "Birleşik Sekreterlik" teorisyenlerinin pozisyonlarını haklı çıkarmak için ardına sığındıkları son bir akademik açıklamaya getiriyor.

Tarihi ve politik analizi bir kenara bırakan yazar, Troçki'nin formülünü tersine çevirerek Çin hakkında şunları yazmaktadır: "Lutte Ouvriere'e göre, küçük burjuvazi emperyalizme saldırarak tarihi açıdan ulusal burjuvazinin yapamayacağı bir şeyi gerçekleştirmiştir. Ancak küçük burjuvazi zayıf olan ulusal burjuvazinin yerini almıstır demek, burjuva demokratik devrimlerin bugün hala mümkün olduğunu kabul etmek demektir. Ve bu da Sürekli Devrim teorisinin temelini sorgulamak anlamına gelir." Ve aynı mantık Küba hakkında da yürütülmektedir: "Küba liderliğinin evrimi ve Küba devriminin ABD'ye karşı bağımsızlık elde etme süreci içinde komünizme yönelmesi, Sürekli Devrim teorisini doğrulamaktardır. Yani bugün artık burjuva devrimi mümkün olmadığı gibi, küçük burjuvazinin de ulusal burjuvazinin rolünü üstlenmesi imkânsızdır."

Öncelikle, burjuvazi ve küçük burjuvazi ile ilgili yanlış anlamaları giderme açısından şunu belirtelim: Biz Çin'de Komünist Parti'nin ve Küba'da Castrocu hareketin liderliğini küçük burjuva olarak niteledik (ki bunu söz konusu kitapçığın yazarı da inkar etmemektedir), fakat hiç bir zaman Çin, Küba veya herhangi başka bir ülkeye "küçük burjuva devleti" demedik.

Şimdi, yazarın yürüttüğü fikirleri üç ana noktada toplayabiliriz: Zamanımızda demokratik burjuva devrimi sadece işçi sınıfının liderliği altında ve onun diktatörlüğü aracılığıyla mümkündür; Çin ve Küba demokratik burjuva devrimini gerçekleştirmişlerdir; dolayısıyla bu iki devlet işçi devletidir.

Çin'de Komünist Parti'nin, Küba'da da Castro'nun başa gelmesiyle bu ülkelerde Troçki'nin tanımladığı şekilde burjuva devriminin gerçekleşmiş, yani "demokratik ve ulusal kurtuluş sorunlarına gerçek ve topyekün çözüm bulunmuş" olduğu fazlasıyla tartışma götürür doğrusu. Şurası doğrudur ki özellikle Çin'de mevcut şartların da yardımıyla (Çang Kay Şek rejiminin çöküşü ve emperyalizmin İkinci Dünya Savaşı sonrasında başka yerlerde fazlasıyla meşgul oluşu) Mao yönetimi, daha sonra Küba'daki Castro yönetimi gibi, özellikle tarım alanında birtakım burjuva demokratik reformlar gerçekleşmiştir. Ancak bu yönetimler burjuva anlamda bile bir politik demokrasi rejimi oluşturamadıkları gibi, söz konusu ülkeleri elle tutulur bir ekonomik gelişmeye de yöneltememişlerdir (tabii ki bu zaten bir işçi devleti için dünya sosyalist devrimi ile iç içe bir gelişme anlamı taşır).

Fakat bu problemin sadece bir yüzüdür. Daha ciddi olan problem şudur ki, bu gruplar Troçki'nin sürekli devrim analizini çarpıtan bu mantıklarını eğer gerçek olaylarda rol oynarken kullanacak olurlarsa, sonuçta hiç eyleme geçmeyip bu tutumu da haklı çıkaracaklardır.

Sürekli Devrim, Bir Devrimci Eylem Rehberidir

Şu açıktır ki, Troçki'nin sürekli devrim teorisini savunan yazıları yazmaktaki amacı gelecekle ilgili "kehanette bulunmak" değildi.

"Troçki SSCB'nin sınıf yapısından dolayı Finlandiya'da iç savaş olacağını söyledi ; iç savaş çıkmadığına göre demek ki SSCB işçi devleti değildir" demiş olan küçük burjuva Troçki, 1940'da yazdığı Finlandiya Tecrübesinin Bilançosu'nda şu cevabı veriyor: "Tarihi bir tahmin her zaman şartlıdır (ve tahmin ne kadar kesinse şartlılığı da o kadar artar), günü gelince ödenecek bir senet değildir. Tahmin sadece belli bir gelişmenin kesin olan eğilimlerini göz önüne koyar. Ancak bu arada hareket halinde olan başka güçler ve eğilimler vardır ki herhangi bir anda ön plana çıkabilirler. Olayların tam ve kesin bir kehanetini duymak isteyenler yıldız falcılarına gitsinler. Marksist tahmin sadece insanın kendisini yönlendirmesini sağlar."

Sürekli devrimin etki ve anlamını değerlendirmek, Troçki'nin bir tahminini (azgelişmiş ülkelerde ulusal burjuvazinin iktidarı ele geçiremeyecek olması) alıp, toplumsal gerçekleri analiz etmeksizin, ve hatta inkar ederek, bu tahmini bir "yasa" haline getirmek demek değildir.

Sürekli devrimin etki ve anlamını doğru değerlendirmek için, bu teorinin ortaya çıktığı zamanki tarihi şartları incelemek gerekir.

Sürekli devrim üzerindeki tartışma tarihi olarak iki aşamada ortaya çıktı. 1905 ve onu izleyen yıllardaki ilk aşamada, bu tartışma Rus işçi hareketi içinde kaldı. 1924'ten sonraki ikinci aşamada ise, tartışma uluslararası komünist haraketin bütünü içinde yer aldı. Fakat her iki aşamada da, tartışmanın amacı geri kalmış kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı devrimcilerinin sorun ve imkanlarını değerlendirmekti. Troçki'nin Stalinist dejenerasyonu izleyen yıllarda yazdığı yazılar hem kendi 1905'teki fikirlerinin bir savunması, hem de bu fikirlerin tüm azgelişmiş ülkeler gözönüne alınarak genelleştirilmesi niteliğini taşımaktadır.

1905'teki tartışmanın esas olarak iki tarafı vardı: Bir yanda Çarlık Rusyasının geri kalmış devlet düzenine dayanarak gelecek devrimin burjuva devrimi olacağını söyleyen ve Rus işçi sınıfını, bir çeşit "Majestelerinin sadık muhalefeti" olarak ulusal burjuvazinin önderliği altına koymak isteyen Menşevikler; diğer yanda işçi sınıfının bağımsız olarak, kendi bayrağı altında, ve de devrimin önderliğini elde etmeye çalışarak mücadele etmesini savunan devrimciler. Bu bakış açısından, Lenin'in önderliğinde "demokratik işçi ve köylü diktatörlüğü" sloganını, devrimci işçi ve köylüler arasında devrimden sonra olacak ilişkiyi tam olarak tanımlamaksızın savunan Bolşevikler ile, köylü sınıfının bağımsız bir politik rol oynayamayacağını, dolayısıyla sayılarının azlığına rağmen devrimin gelişimi içinde kaçınılmaz olarak işçi-köylü ittifakının önderliğini işçilerin üstleneceğini söyleyen Troçki'nin soruna bakış tarzı aynıydı.

Hem Bolşevikler hem de Troçki için sorun geleceği görmek değil, işçi sınıfı partisinin strateji ve taktiklerini belirlemek amacıyla mevcut olasılıkları değerlendirmekti.

1906'da yazdığı Sonuçlar ve Olasılıklar'da Troçki şöyle yazmıştı: "Marksistler gelişen devrimin `imkanlarını' devrimin iç mekanizmasını inceleyerek tanımlamalıdır...İşçi sınıfı, kapitalist açıdan gelişmiş bir ülkeden önce, gelişmemiş bir ülkede iktidara gelebilir...Bizce, Rus devriminin gelişimi öyle şartlar yaratmaktadır ki, liberal burjuva politikacılar politik dehalarıyla bizi hayran bırakmaya daha fırsat bulamadan, iktidar işçi sınıfının eline geçebilir (devrim başarılı olacaksa geçmelidir de )". Rus devriminin burjuva niteliği üzerinde ısrar eden Menşeviklere cevap olarak da Troçki 1905'te şöyle demektedir: "Rus devriminin burjuva devrimi olarak tanımlanması,devrimin iç gelişimini hiçbir şekilde açıklamaz. Bu tanım, işçi sınıfının taktik ve eylemlerini demokratik burjuvaziye uydurmasını ve burjuvaziyi tek iktidar adayı olarak kabul etmesini gerektirmez."

"Rus devriminin iç dinamiği onu nasıl olsa işçi sınıfı devrimine dönüştürecektir" diyerek Menşeviklerin politik hatalarını önemsizmiş gibi göstermek (ki "Birleşik Sekreterlik"in bugün Vietnam ve Kamboçya halk mücadelelerinin liderlikleri hakkındaki politik çizgisi budur), Lenin ve Troçki'nin aklının ucundan bile geçmezdi. Tam tersine, onlar Menşeviklere karşı çıkmış ve Rus Sosyal Demokrat Partisi içinde işçi sınıfının bağımsız bir politik çizgi oluşturma gerekliliğini savunmuşlardır.

Ekim 1917 devriminin başarısı Troçki'nin görüşlerini doğruladı ve uzunca bir süre sürekli devrim üzerindeki tartışmalara son verdi. Ancak, 1924'ten sonra, hem Troçki'ye karşı bir silah olarak, hem de Sovyet devletini gitgide etkisi altına alan karşı devrimci eğilimlerin bir ifadesi olarak, bu tartışma Stalin ve yandaşları tarafından yeniden başlatıldı. Ve her ne kadar bu tartışmayı başlatanların amacı Lenin ile Troçki arasında yirmi sene öncesinin bazı fikir ayrılıklarını tekrar gündeme getirmek idiyse de, Troçki ve onun önderliğindeki Sol Muhalefet için sorun, azgelişmiş ülkelerdeki işçi sınıfı için bağımsız politika izlemenin gerekliliğini savunmaktı.

1927'de, tartışmanın markezinde Çin sorunu yatmaktaydı. Stalin ve Bukharin, 1905'teki Bolşevik formülü "demokratik işçi ve köylü diktatörlüğü" fikrine bağlılık kisvesi altında, Çin Komünist Partisi'ne milliyetçi Kuomintang'a bağımlı bir politika izlemeyi önermekteydiler. Troçki ise buna karşı 1917'de edinilen tecrübeleri öne sürmekte ve işçi sınıfının kendi örgütsel ve politik bağımsızlığını oluşturarak Çin'deki kitle hareketinin önderliği için mücadele etmesi gerektiği fikrini savunmaktaydı.

Troçki Stalin'in öne sürdüğü "demokratik işçi ve köylü diktatörlüğü" formülüne karşı çıkma nedenini, Sürekli Devrim Nedir?'de şöyle açıklamaktaydı: "Bu işçi sınıfının politik olarak çözülmesine neden olacak, ve dolayısıyla ulusal burjuvazinin egemenliği için elverişli şartlar yaratacaktır."

Sürekli Devrimin "Sınıf" Açısından İki Yorumu

Lutte Ouvriere ve Dünya Devrimi'nin yazarı bize "Mao Çin'i ve Castro Kübası'na burjuva demekte ısrar edecekseniz revizyonistliğinizi itiraf etme cesaretini de gösterip sürekli devrim teorisini tümden sorgulamalısınız" demektedir. Fakat bizim bu teoriyi sorgulamaya hiç niyetimiz yoktur, çünkü onun hâlâ geçerli olduğunu düşünmekteyiz. Biz, Bolşevikler ve İkinci Dünya Savaşı öncesindeki Troçkistler gibi, azgelişmiş ülkelerdeki devrimcilere düşen görevin bağımsız bir devrimci işçi partisi oluşturmak, ve işçi sınıfının bağımsız bir politik çizgi ortaya koyması için mücadele etmek olduğuna inanmaktayız. Bizim Çin ve Küba analizimiz ile Troçki'nin Sürekli Devrim teorisi arasında en ufak bir çelişki yoktur. Evet, Troçki'nin tahminlerinden bir tanesi gerçekleşmemiştir. Fakat bu da ancak yıldız falına inananları rahatsız edebilir.

Öte yandan, sürekli devrim ile azgelişmiş ülkelerdeki "Birleşik Sekreterlik"e bağlı örgütlerin politik çizgisi arasında temel çelişkiler vardır. Troçki işçilere, liberal burjuvaziye demokratik burjuva devriminin gerçekleştirilmesi konusunda bile güvenmemeyi öğütlemiştir. Oysa "Birleşik Sekreterlik"e bağlı örgütlerin yaptığı işte aynen odur. Bu örgütler işçi sınıfını liberal burjuvazinin emri altına koymakta, ve sosyalist devrimin gerçekleştirilmesini liberal burjuvaziden beklemektedirler.

Bu hata tesadüfi değildir. Stalinizmin SSCB ve uluslararası işçi hareketi içindeki başarısının bir sonucu olarak, işçi sınıfı onyıllardır kendi adına tarih sahnesinde görünmez olmuştur. Troçki sürekli devrim teorisini dile getirdiği sıralarda mevcut olmayan bu yeni durum, azgelişmiş ülkelerde burjuvaziye eskisinden daha geniş bir hareket serbestliği sağlamıştır. Şimdi bu ülkelerdeki milliyetçi burjuvazi emperyalizmin kıskacından kurtulmaya teşebbüs ettiğinde, bir işçi sınıfı devrimi tehlikesinden eskiye oranla çok daha az çekinir olmuştur. Fakat Çin Komünist Partisi'nin büyük şehirleri ele geçirdiği sıradaki politikasına bakıldığında, başta Troçkistler (Dördüncü Enternasyonal militanları) olmak üzere, işçi sınıfı liderliğine uygulanan baskı açıkça görülebilir. Olaylar kuşkuya yer bırakmadan göstermektedir ki, eğer o noktada işçi sınıfı kendi sınıf çıkarlarını korumak için duruma müdahale edecek olsaydı, sorun silah yoluyla çözümlenecekti.

Ve yine açıktır ki Hristiyan küçük burjuva Fidel Castro eğer karşısında kendi çıkarları adına mücadele eden bir işçi sınıfı bulmuş olsaydı, Amerikan emperyalizmine o şekilde kafa tutmaya cesaret edemeyecekti.

Bundan çıkarılacak sonuç şudur: Mao ve Castro emperyalizme karşı bir hareket serbestliği buldular ise bu, işçi sınıfının olaylara müdahale etmemesinin bir sonucudur. İşçi sınıfı devrimcilerinin politikası, herşeyden önce, Castro ve Mao gibi küçük burjuva milliyetçilerinin emperyalizme son veremeyeceğini savunmak olmalıdır. Onlar, olsa olsa, "kendi" ülkelerinin politik bağımsızlığını kazanabilirler. Ve bunu başardıkları taktirde tek yapabilecekleri şey, "kendi" ekonomilerini geliştirmek için emekçi halk kesimleri üzerinde mümkün olduğunca baskı kurup onları çalıştırmaktır. İşçi sınıfı devrimcilerinin politikası, insanlığın emperyalizm belasından ve azgelişmiş ülkelerin tümünün sefalet ve açlıktan sadece işçi sınıfı ve Dünya Sosyalist Devrimi tarafından kurtarılabileceğini savunmaktır.

Ne var ki, uzun zamandan beri, "Birleşik Sekreterlik"e bağlı örgütler bu politik çizgiyi azgelişmiş ülkelerde savunmaktan vazgeçmişlerdir. Yıllardan beridir onların politikası Çin, Cezayir, Vietnam, Filistin, Latin Amerika gibi tüm azgelişmiş ülke ve bölgelerde en dolaysız bir biçimde küçük burjuva milliyetçisi liderliklerin kuyruğuna yapışmak olmuştur.

"Birleşik Sekreterlik"e bağlı örgütlerin sürekli devrim teorisini bir eylem rehberi olarak değil de, tarihi gelişmelerden bağımsız, kader misali değişmez bir şeymiş gibi yorumlamaları da bu politikalarını haklı çıkarmaya yaramaktadır. Örneğin, Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi bir işçi sınıfı örgütü değildir ve, gayet açık bir şekilde, sosyalist değil milliyetçi burjuva bir program için mücadele vermektedir. "Zararı yok" demektedir bu örgütler, "mücadelenin iç dinamiği bütün sorunları halledecektir". FUNK, liderliğini Norodom Sihanuk'a teslim edeek derecede yabancı mıdır Kamboçya işçi sınıfının çıkarlarına? "Zararı yok, çünkü bir `sürekli devrim süreci' başlamış vaziyettedir".

Tarihin cilvesine bakın ki, devrimcilere bağımsız bir işçi sınıfı politikası savunmada yardımcı olmak için oluşturulmuş sürekli devrim teorisi bugün bazılarınca buna yüzseksen derece zıt (ve özünde Menşeviklerin Rusya'daki ve Stalinist Üçüncü Enternasyonal'in Çin'deki politikasından farksız) bir politikayı haklı çıkarmak için kullanılmaktadır

Gerçekte bu kimseler, hoşlarına gitsin veya gitmesin, işçi sınıfının çıkarlarını artık savunmaz olmuşlardır. Bunlar kendilerini bugün dünyada var olan küçük burjuva mücadelelerinin sözcüsü haline getirmişlerdir, fakat o özellikleriyle bile o mücadeleleri yürütenlere kendilerini kabul ettirememektedirler.

O yüzden bunların bizi "küçük burjuva aydınların rolünü küçümsemek"le ve "belli sosyal şartlar altında, işçi sınıfının politik pozisyonlarını savunan küçük burjuva sosyal kökenli bazı kesimlerin oynayabileceği olumlu rolü anlamamak"la suçlamasında şaşılacak bir şey yoktur.

Doğrusu, biz sürekli devrimi onlardan farklı bir şekilde yorumladığımız gibi, küçük burjuva aydınlar ve küçük burjuva kökenli sosyal kesimler konusunda da farklı düşünmekteyiz. Ancak sorun sadece bir fikir ayrılığından, ve ona neden olan basit bir hatadan ibaret değildir. Bu tartışmanın temelinde, sınıf düzeyinde önemli bir soru yatmaktadır: Sürekli devrim kavramının işçi sınıfı özüne sadık kalınacak mıdır, yoksa devrim işçi sınıfı dışında, kitlelerden bağımsız, ve özünde küçük burjuva, yani sonuçta burjuva, bir politik aygıtın yönetimine mi bırakılacaktır?