Brezilya

1 Haziran 2014

"Lutte de Classe"da ve "Lutte Ouvrière"de yayınlanan makalelerden çevrilmiş ve Sınıf Mücadelesi Yayınları tarafından Şubat 2014 tarihinde yayınlanmıştır

* * * * * * *

Lula ve tarım ticareti (28.05.2008)

Brezilya'da Lula Hükümetinin beş yıldır Çevre Bakanı olan Marina Silva,

Marina Silva, kauçuk üretilen Amazon eyaleti Acre'da, toprak sahiplerinin çetelerince 20 yıl önce öldürülen sendikacı, çevreci militan Chico Mendes'in yoldaşıydı. Silva, Lula ve hükümetinin halkın ve zenginlerin çıkarlarını savunmak arasında gidip geldiği ve iyi bir politika benimsemesi için hükümette ağırlık oluşturmak gerektiğini savunan Brezilya soluna dahildi. Lula'nın, emekçilerin çıkarları gibi doğayı da savunmadığını anlaması için beş yıl gerekti.

Eski sendikacı Lula, aslında iktidarda kendi öz partisi olan İşçi Partisi (PT) ve solun ideallerine sırt çevirdi. Çevre sorunları da istisna değil. Brezilya'da bu dava, küçük üreticilerin büyük toprak sahipleri ve gıda tüccarlarına karşı yaptıkları mücadeleye sıkı sıkıya bağlı.

Tarım reformu, Lula'nın iktidarında durgunlaştı. Gülünç denecek kadar az sayıdaki köylü devletten toprak aldı, onlara donanım sağlamak için ayrılan bütçe eridi ve neredeyse hiç kullanılmadı. Hükümetin kendi yanlarında olduğunu kısa sürede anlayan toprak sahipleri, köylüler üzerindeki şiddeti arttırdı. Kırsalda, köylülerin topraklarından atılmaları, militanların öldürülmeleri hiç bir zaman bu denli olmamış, böylesine cezasız bırakılmamıştı.

Lula'nın bütün kozunu ihracat üzerine oynaması, onu, Brezilya'nın ihracatında birinci olduğu gıda üretimi, sığır yetiştiriciliği ve de soya ekimini hiç bir şeyi umursamadan desteklemeye götürdü. Bunun sonucu, yangınlar ve buldozerlerle devasa tarlaların açılması, böylece Amazon ormanlarının hızla tahrip edilmesi oldu. Orman yakma olayları, atmosfere karışan karbondioksit gazının büyük bir oranının sorumlusu. Brezilya, atmosferin bu biçimde kirletilmesinde dördüncü sırada.

Genleri değiştirilmiş bitkilerin (GDO) ekilmesine izin verildi, yerli Kızılderili kabilelerinin mal, mülkleri ellerinden alınıyor.

Biyoyakıt üzerine yapılan spekülasyon da, büyük toprak sahiplerini kollamak için bir fırsattı. Lula işi, 19'uncu yüzyılda köle ticaretini sonuna kadar savunan ve Brezilya burjuvazisinin en gerici kesimi olan şeker kamışı işletme sahiplerini "kahramanlar" olarak nitelendirmeye kadar götürdü.

Çevreci Marina Silva'nın hükümetteki varlığı, her şeye rağmen, Lula'nın iyi niyetleri olduğu görüntüsü veriyordu. Lula, Silva'nın istifasını "çevre politikası değişmeyecek" diye yorumladı. Bu, bir anlamda büyük toprak sahiplerine ve kapitalistlere kaygılanacak bir şeyleri olmadığını söylemekti.

* * * * * * *

İki farklı aday ama siyaset aynı (24.09.2010)

Brezilya'da 3 Ekim'de yerel ve federal milletvekilli, senatör, eyalet valisi ve devlet başkanı seçimi yapılacak. Seçim kampanyasında öne çıkan, Dilma Rousseff ile Jose Serra arasındaki yarıştır. Dilma sol, Jose ise sağ olarak biliniyor. Fakat bu iki adayın programı arasında temel bir farklılık görmek çok zor.

Dilma, seçim öncesine kadar Lula hükümetinin baş temsilcisiydi. Anayasaya göre Lula'nın üçüncü kez aday olma hakkı yok. Ancak Lula, o kadar faal ve 8 yıllık iktidar döneminin prestijini Dilma'ya aktarmak için o kadar çaba harcıyor ki, adayın Dilma değil de Lula olduğu zannedilir. Dilma, şimdiye kadar hiçbir seçime katılmayan bir bürokrat. İşçi Partisi'ne (PT), partinin radikal ve işçi kökeni geçmişini reddettiği ve de düzenin çıkarlarını savunmak için hükümet olma hazırlıkları yaptığı 2000 yılında katıldı.

Lula ve hükümeti, son bir yıl içerisinde hükümetin aldığı yoksullara yardım kararını, büyük yatırım ve ekonomik harcamaları, Dilma'ya mal etmeye çalışıyor. Dilma, seçim kampanyasını, Lula hükümetinin 8 yıllık bilançosuna, ihracatın ve ekonominin büyümesine, yardımla yoksulluğun biraz azalmasına ve işsizliğin bir oranda gerilemesine bağlayıp, sanki bu dönemde Brezilya dünya ekonomik krizinden etkilenmemiş havası yaratıyor.

Diğer aday Jose Serra ise seçim kampanyası boyunca özellikle Lula'yı eleştirmemeye çalışıyor. Çünkü Lula'nın bilançosundan dolayı kamuoyunda olumlu etkisi var. Bu olumlu etki, İşçi Partisi çevrelerini, ek olarak bütün solu ve koalisyon hükümetini oluşturan parti çevrelerini de kapsayıp, onların da ötesine geçerek, yüzde 80'lere varıyor.

Dilma'nın rakibi, vergi yükünün fazlalığından ve Lula'nın faiz oranlarını azaltmadığından söz etmekle yetiniyor. Aslında yüksek faiz oranları, Jose Serra'nın partisinin, 2002 yılında, Lula'ya karşı aday olup seçimleri kaybettiği iktidar partisi Fernando Henrique Cardoso hükümetinden beri var. Sonuç olarak Dilma gibi bir iktisatçı, üstelik eski bir milletvekili, senatör ve de ülkenin ekonomik başkenti Sao Paulo'nun belediye başkanı olan Serra, Lula'nın siyasetini devam ettireceğini, hatta onun yaptıklarından daha iyisini yapmaya çalışacağını söylüyor.

Lula'nın bu kadar popüler olması, sadece uyguladığı siyaset yüzünden değil. Bunun esas nedeni, 30 yıl önce bir işçi önderi olması nedeniyle kazandığı enerji ile insanlarla kolay ilişki kurabilmesi ve de işçi sınıfı içerisindeki sendikal ve siyasi çevrelerin büyük çoğunluğunun onun için çalışmasıdır. Lula iktidarı döneminde bir sürü yolsuzluk oldu. Ama Lula bunlar yüzünden değil, bunlara rağmen popüler olmaya devam ediyor. Şu da bir gerçektir ki Lula, yoksullar için özellikle okula giden çocukları olan yoksul aileler için bir yardım sistemi geliştirdi. İşte bu nedenle de İşçi Partisi'nin büyük kitle desteği, sanayileşmiş güney ve güneydoğu bölgelerinden değil, yoksul kuzeydoğu bölgelerinden geliyor.

Lula'nın uyguladığı temel siyaset, burjuvaziye yaptığı hizmetlerdir. Örneğin büyük toprak sahiplerine kamu topraklarını da kullanıp, Amazon ormanlarını yok ederek, emekçileri köle durumuna düşürerek, sığır eti ve soya ihracatında patlama yapmalarına olanak sağladı. Özelleştirmeleri sürdürüp, kamu hizmetlerine ve sosyal sigorta sistemine saldırıları devam ettirdi. Bankaların rekor kâr etmelerine yardımcı oldu. Ülkenin parası değer kazandı, güçlendi ve istikrarlı oldu. Çok büyük deniz altı petrol kaynakları sayesinde ülke, büyük petrol üreticisi konumuna geldi. Bu hizmetleri sayesinde eski işçi lideri Lula, patronların gözdesi oldu.

Lula, burjuvaziye hizmet eden bu siyaseti uygulayabilmek için işçi haklarına, memurların emeklilik aylıklarına saldırmaktan, grevlere ve toprak işgallerine karşı zor kullanmaktan ve böylece toprak reformunu baltalamaktan, kamu sağlık sistemini budamaktan çekinmedi. Bu sağ siyasetlerini uygularken her zaman sağcı siyasetçilerin de desteğini aldı. Emeklilik sisteminde reform yapma iddiasıyla, çalışma süresini arttırıp emekli ücretlerini azaltmak amacıyla yapılmakta olan saldırılarda İşçi Partisi, Serra'nın sağcı partisi Brezilya Sosyal Demokrasi Partisi'nin (PSDB) de desteğine sahipti.

Kısacası Brezilya emekçileri için Dilma ve Serra arasında temel hiçbir fark yoktur.

* * * * * * * * *

Ulaşım ücretlerine ve birçok şeye karşı isyan (28.06.2013)

Brezilya'nın başlıca şehirlerinde 17 Haziran akşamında, hükümeti protesto etmek için sokaklara inenlerin sayısı, 1992'de yolsuzluğa bulaşmış başkan Fernando Collor'un istifasını sağlayan göstericilerden daha fazlaydı. Rio'da 100 bin, Sao Paulo'da 60 bin ve Porto Alegre, Bahia, Braisilla gibi şehirlerde de yüz binlerce insan sokaklara çıktı.

Gösteriler, toplu taşıma ücretlerine yapılan zamma karşıydı. Salı günü Rio'da polis baskısı oldu. Perşembe günüyse aynı baskı, Sao Paulo'daydı. Göz yaşartıcı bomba, cop ve plastik mermiyle gösterileri önlemeye çalışan polis, gazetecilerin de olduğu yüzlerce kişiyi yaraladı. Birçok şehirde gösteriler yasaklandı ancak hareket durmadığı gibi yapılan anketlere göre her dört Brezilyalı'dan üçünün desteğini de arkasına aldı.

21 Haziran akşamı, Brezilya devlet başkanı, toplumsal öfkeyi dindirmek için televizyona çıktı. Kamu hizmetlerinin geliştireceği ve petrol gelirlerinin bir kısmını eğitime ayrılacağı sözünü verdi. 24 Haziran'da ise hükümeti ve büyük şehirlerin belediye başkanlarını toplayarak anayasa reformlarını görüştü.

Brezilya, tıpkı ABD gibi federal bir devlet ve nispeten daha az merkezi. Öte yandan önemli gösterilerin olduğu Sao Paulo ekonomik açıdan ülkenin başkenti. Yaklaşık 20 milyon nüfusu var ve birçok büyük fabrika bu şehirde. Bu açıdan gösterilerin Sao Paulo'da başlamış olması önemli.

Toplumsal öfkeyi ortaya çıkaran toplu taşıma zammı, aslında bardağı taşıran son damla. Sao Paulo'da metro biletinin fiyatı 3 Brezilya Real'inden 3.20 Real'e (2.82 liraya) yükseldi. Rio'da ve başlıca büyük şehirlerde de fiyatlarda artış oldu. Öte yandan gösterilerin sadece bilet fiyatlarına yapılan zamla ilgisi olduğunu söylemek yetersiz olur. Önemli diğer bir faktör, Brezilya'daki toplu taşımanın neredeyse hiç yenilenmiyor, iyi çalışmıyor ve buna bağlı olarak kötü yolculuk koşullarının insanı çileden çıkarıyor olmasıdır.

Brezilya'da asgari ücret; 240 avro (647 TL) ve ortalama işçi ücreti Sao Paulo'da, asgari ücretin iki katı civarında. Bir ücretli, işine gidip gelmek için toplu taşımayı kullanmak zorunda. Bunun işçiye maliyeti ise ayda 80 avro (216 TL). Bu yüzden tüm ülkede öğrenciler, ücretsiz ulaşım hakkı talep ediyorlar.

Brezilya'da büyük şehirlerde toplu taşıma feci durumda. Şehirler 1950-1960 yılları arasında ölçüsüz bir şekilde gelişmişti. Demiryolu ağı varla yok arasında, metro ağıysa henüz oluşum aşamasında. İsyanın asıl sebebi toplu taşımanın da ötesindeki sorunlarla ilintili. Tıpkı toplu taşımada olduğu gibi eğitim, sağlık gibi alanlarda hiçbir yenileme, ilerleme yok.

Öte yandan, ülkede ciddi bir konut sorunu varken, düzenlenecek spor yarışlarına katılacak sporcular ve özel konuklar için oteller inşa edilmesi daha da ileri gidilerek yoksulların yaşadığı mahallelerde "güvenli" şehirler yaratılmaya çalışılması, yoksulların yerlerinden edilerek yarışlar için şehirlerin boşaltılması ve yıkılması öfkenin bir başka sebebi. Örneğin; Rio nüfusunun dörtte biri, boşaltılan gecekondularda yaşıyor. Bu gecekonduların bir kısmı neredeyse şehir merkezinde. Gecekondu halkının önemli bir kısmı işçi ve memurlardan oluşuyor. 170 bin insanı kapsıyor ve Brezilya hükümeti, bu insanları kilometrelerce öteye sürmek istiyor.

İsyanın diğer önemli bir sebebiyse; ülkede iyice ayyuka çıkan, siyasetçilerin ve kapitalistlerin yozlaşmışlığı... Kapitalistler, seçim kampanyalarını finanse ediyorlar ve bunun karşılığında önemli hediyeler kazanıyorlar. Bu durum, ülkeyi yedi yıl yöneten önceki Lula hükümetinde olduğu gibi iki buçuk yıldan bu yana yöneten Dilma Roussef hükümetinde ve belediyelerde de geçerli. Lula döneminde de gerek belediyelerde gerek merkezi hükümette skandallar ortaya çıkmıştı. Benzeri yolsuzluk, hile skandalları şimdiki başkanın ve bakanların döneminde de patlak verdi.

Göstericiler, Porto Alegre'de ve Natal'da, zamları geri aldırırken, hükümet ve sağ ve sol belediyeler, Rio'da ve Sao Paulo'da zamların geri alınmasını reddetti ve göstericileri saldırgan, kışkırtıcı olarak niteledi.

Şu sıralar Brezilya'da, Konfederasyon Kupası düzenleniyor ve gelecek Dünya Kupası da Brezilya'da düzenlenecek. Öte yandan 2016'da da Olimpiyatlar yine Brezilya'da yapılacak. Bu yarışmaları da düşünen hükümet, isyanı ve tüm talepleri bir an evvel bastırmak istiyor.

Ancak tam da bu yarışmalar için harcanan çılgın paralar (sadece 2014 Dünya Kupası için 14 milyar dolar harcandı) isyana yol açtı. Para, buralara harcanırken gelişme tıkanmış durumda ve eğitim, sağlık, konut gibi toplumsal hizmetler durma noktasına giderken enflasyon da %6'yı geçti.

Kısacası bugün Brezilya'da, kapitalistlerle yerel ya da merkezi hükümetler kendi aralarında para paylaşımı yapıyorlar.

Olaylar, başkanın kitleleri ikna edemediğini gösteriyor. Sosyal medyada dolaşan haberleri göre ülkede 1 Temmuz'da grev çağrısı yapılıyor. Gelecek yıl başkanlık seçimi yapılacak ve ekonomik durgunluk yaşanan bir ortamda, hem iktidardaki yöneticiler hem de muhalefetin endişeye kapılması yerinde. (21.06.13)

Ulaşım fiyatlarına yapılan zamma karşı ayaklanma: "Brezilya mucizesi"nin tam tersi

Ulaşım fiyatlarına yapılan zamma karşı protestolar, 6 Haziran'dan beri Brezilya'nın bütün büyük kentlerine yayıldı. 20 Haziran'da neredeyse bir milyon insan sokaklara döküldü: Rio'da 300.000, Sao Paulo Brasilia ve Victoria'da 100.000, vb. İki hafta süren olaylar esnasında en büyük altıncı protesto gerçekleşti. Polis baskısı kimseyi korkutmadı ve eylemcilerin daha fazla şiddete ve yıkıma başvurmasına sebep oldu. Buna rağmen, polis şiddeti şehirden şehire yayıldı. Bazıları, sonrasında altını çizdi: "Ne tesadüf; polis yokken şiddet yok." Yüzden fazla şehre yayılan eylemler, hem eyalet başkentlerine hem de politik ve ekonomik gücü olmayan küçük şehirlere sıçradı. Kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, insanların ¾'ü harekete destek veriyordu. Kıyaslanabilecek kitle bulabilmek için, 1992'de yolsuzluklara bulaşmış Fernando Collor'u istifa ettiren harekete veya 1984'de ordunun diktatörlüğünün son aylarında devlet başkanlığı seçimi yapılmasını isteyen harekete dönmek lazım.

Bu sefer, ilk talepler politik değil, ekonomikti. Ülkenin dört bir yanında, otobüs bileti fiyatları ve metro olan şehirlerde metro fiyatları, 1 Haziran'da zam görmüştü: Aşağı yukarı %7'lik zam, 3 real'lik (2 TL'den biraz fazla) Sao Paulo ve Rio otobüs ve metrosunda 20 real kuruşu (15 kuruş) değerinde bir artış oldu. Sonuç olarak zamlar, her yerde geri alındı. Valilerin geri adım atmayacaklarını açıklamalarına rağmen, Sao Polo ve Rio'da bile zamlar geri alındı. Ama ne hoşnutsuzluk ne de eylemler durdu. Devlet başkanı Dilma Rousseff televizyonda, eylemcileri anladığını ama şiddeti tolere etmeyeceğini ve anayasayı değiştirmekten, ulaşım araçları, eğitim ve sağlık sektörüne yatırım yapmaktan ve şeffaflık getirmekten söz etti. İleride göreceğiz.

Hareket, ulaşım zamları yüzünden başlamış olsa da, aslında Brezilya halkının çok daha büyük hoşnutsuzluğunu yansıtıyor. Artık eylemcilerin talepleri, sadece ulaşımın kalitesi ve işleyişiyle ilgili değil, aynı zamanda yaşam düzeyi, eğitim ve sağlık hizmetlerinin kötü durumu, sosyal hizmetlerin sona erdirilmesi, polis şiddeti, politikacıların yolsuzluğu ve zenginlik ile yoksulluk arasındaki uçurumun büyüdüğü bir toplumun haksızlıklarını da kapsıyor.

Olaylara dışarıdan bakarak, Brezilya kitlelerinin, özellikle işçi sınıfının, ne düşündüğünü bilmediğimiz için hareketin bir devamı olursa, nasıl gelişeceğini bilmek imkansız. Eylemcilerin çoğunluğunu oluşturan gençlerin sosyal kökenleri hakkında çok az bilgiye sahibiz. İşçi Partili (PT) devlet başkanı, parlamentoda çoğunluğu oluşturan çeşitli sağ ve sol partiler, sendika yönetimleri ve yardım alabileceği değişik dernekler ile hareketi yatıştırıp kontrol edebilecek mi bilemiyoruz. Hala Brezilya'da kürtaja ve eylemcilere karşı sloganlarını duyduğumuz sağ muhalefet, eylemlerde sesini duyurup 2014 sonu devlet başkanlığı seçimlerinde kendi yararına kullanabilecek mi bilmiyoruz. Rio ve Sao Paulo'da aşırı sağ, "çürükler" dediği solun kortejlerine saldırıp kendini güçlendirebilecek mi bilmiyoruz.

Bu yazıda sadece hareketin hangi temelde oluşup geliştiğini görmeye çalışacağız

Ulaşım araçları kargaşası

1940'ta %30 ve 1970'te %55'e karşı, bugün 195 milyon Brezilyalının %80'i şehirli. O zamanlar, çok sanayileşmemiş ve mütevazı olan bu şehirlere daha ilkel bir toplu taşıma sistemi yeterli olabiliyordu. 50 senede şehirler çok anarşik, planlama yapılmadan, yol, vadi ve ırmaklar boyunca gelişti. Sao Paulo (15 milyonu kent merkezinde olmak üzere tüm ilde toplam 20 milyon kişi yaşıyor), Rio de Janeiro, Porto Alegre, Brasilia, Belo Horizonte, Solvador de Bahia gibi şehirler, yüzlerce kilometre kareye ulaştı. Bu şehirler, otomobil sanayisiyle ve onun için gerekli olan büyük montaj fabrikaları, madenler, petrol rafinerilerle aynı anda gelişti. Onlarca yıl boyunca, karayolu taşımacılığı, tek uygulama ve otoyol yapımı tek çözümdü. Sao Poulo'da, Tiete ırmağının yanından geçen otoyolun iki yönü de 11'er şerittir. Sadece 4 şehirde metro var: Sao Paulo, Rio, Brasilia ve Porto Alegre. En eski ve en gelişmişi olan Sao Paulo metrosu, 1974'te açıldı ve bugün sadece 5 hat ve 64 durağı var. Paris gibi bir şehrin 15 katı büyüklükte olan bu şehrin metrosu, Paris'inkinden 5 kat daha küçük. Eski olan küçük demir yolu hatları, şehir içi ve şehirlerarası gelişeceğine, geriledi. Ve milyonlarca arabaya, yüz binlerce otobüs, minibüs ve kamyona yer açıldı. Sao Poulo'da 7 milyon araç var ve bunlar trafik tıkanıklığı ile havayı kirletiyor, 5 milyonu araba olan bu araçlar, normalde plakalarının çift ve ya da tek olmasına göre iki günde bir trafiğe çıkabiliyor.

Otobüs şirketleri özel ve 1980 yıllarında, bunların belediyeler tarafından işletilmesi için yapılan birkaç girişimden çoktan vazgeçildi. Ancak bu özel şirketler, önemli miktarlarda sübvansiyon almaya devam ediyor. Bilet fiyatları, şehir veya devlet tarafından belirlense de, onlara çok kâr sağlıyor. Öyle ki, çöp toplama gibi başka "kamu hizmeti" şirketleri ile eyalet seçim kampanyasına çok büyük maddi katkıda bulunuyorlar. Bu nedenle seçilenler, onlara bağımlı.

Otobüs yolculuğu koşulları korkunç, boğulurcasına sıkışık seyahat ediliyor. Bu son zamlarla beraber, Sao Paulo belediye başkanı otobüs başı yolcu kapasitesini 65'den 75'e çıkardı ama bu teorik kurallara uyulmuyor. Yolcular, her an yoldaki kasis ve çukurlar yüzünden aşırı derecede sallanıyor. Yetersiz, bakımsız ve çoğunlukla mahvolmuş yollarda kazalar çok sık. Sefer saati yok ve yolcular gecikmelere maruz. Silahlı hırsızlıklar ve her türlü saldırı, günlük hayatın bir parçası olmuş ve özellikle de kadınlara yönelik.

Toplu taşıma pahalı ve de bunları zengin olmayanlar kullanıyor. Brezilya'da asgari ücret 240 avroya denk geliyor (647 TL) ve ortalama işçi ücreti bunun hemen hemen iki katı. İşe gitmek için iki toplu taşıma aracı kullanan bir çalışan, bazen yemeğinden kesmek durumunda kalarak, toplu taşımaya ayda 80 avro (216 TL) harcıyor. Yapılan araştırmalara göre, yaklaşık 37 milyon Brezilyalı, toplu taşımaya para harcayamadığından yürümek zorunda. Toplu taşımanın ücretsiz olması için yapılan grevler ve öğrenci eylemleri sayılamaz hale geldi. Ulus çapında, şu anki hareketi tetikleyenlerden biri işte bu "Passe Libre" hareketi oldu.

Halk -zorunlu olarak- pahalı, bakımsız ve tehlikeli ulaşım araçlarına alışık. Zamla aynı anda 2014 ve 2016 spor etkinlikleri için harcanan büyük paralar öğrenilince isyan patlak verdi.

Dünya Kupası ve Olimpiyat Oyunları milyarları

Önümüzdeki sene, Brezilya'nın 12 şehrinde gerçekleşecek Dünya Kupası'ndan önce yapılan Konfederasyon Kupası ile aynı anda, geçen hafta eylemler oldu. Gazetecilerin ve hükümetin beklentisine karşın futbol karşılaşmaları, milli takımın oynadığı maçlar dahil, eylemleri durdurmadı. Brezilya kadar futbola tutkun bir ülkede, neredeyse hiç kimse dünya kupası için yapılan stat inşaatları ve onarımlara karşı çıkmadı. Ama onlarca milyon insan için ulaşım zamlarının ve harcanan milyarların arasındaki zıtlık çok yüksek. Üç ya da dört BTP (inşaat şirketi devi), ceplerine yine birkaç milyar atıp inşaatları yine geç bitirecek ama bu inşaatların yarım yamalak olmasını engellemeyecek. Salvador de Bahia'da daha yeni biten bir stadın çatısı çöktü bile.

Yakın zamana kadar statlar ve spor tesisleri, genelde derneklere aitti ve belediyelere senede bir kez ödenek verirdi. Çoğu artık satıldı ya da devredildi. Ve artık bu tesisleri yarı özel şirketler kâr amaçlı işletiyor. Yarım milyar avroluk bir düzenlemeden sonra, Lagardère grubu gibi başka şirketlerin de katkıyla, efsanevi UGK Marakana de Rio stadı artık BTP'nin Brezilya'daki uluslararası şirketi olan Odebrecht'e ait.

Önümüzdeki sene gerçekleşecek dünya kupası için hazineden 11 milyar avro (30 milyar TL) ayrıldı. 2016'da, tesisleri Rio'nun zengin semtlerinde yapılacak olan olimpiyat oyunlarına ne kadar harcanacak? Devlet Başkanı Dilma Rousseff, hazineden ayrılan parayı, şirketlerin geri ödeyeceğini söyleyerek hoşnutsuzluğu dindirmeye çalıştı ama kimse ona inanmadı. İnsanlar, o paranın kaybedildiğine inanıyor ve her zamanki gibi verilen borç, onların vergileriyle kapatılacak.

Bu büyük işler sadece statlardan ibaret değil. Sporcuları ve seyircileri taşımak için yol yapmak lazım, konaklamaları için otel, lokantalar ve benzeri. İnşaatlar için gerekli arsalarda emlak spekülasyonu tavan yapacak. Arsa yaratmak için yasal istimlakla birlikte belediyeler, halk tarafından işgal edilen kamu alanlarından, yerleşimcileri kovuyor. Bu gecekondular, genelde inşaata uygun olmayan arsalara, yollar boyunca veya kaygan tepeler üzerine yapılıyor. Özellikle Rio'da, 170 bin ile 250 bin arası insan, evinden atıldı. Brezilya'nın eski başkenti olan bu şehirde evler, fiyat rekoru kırıyor. Şehrin ortasına kadar ulaşılamayan birçok tepe var. Her dört insandan biri gecekonduda yaşıyor. Brezilya'da sosyal konut bilinmiyor. Lula hükümeti, halk için konut programını başlatmıştı. Uzak banliyölerdeki bu evler, çok pahalıya satılıyordu. Ve bu programın sloganı; "benim evim beni hayatım" iken kısa zamanda halk onu; "benim evim benim borcum" olarak değiştirdi.

Evden atılmaların bahanesi, genellikle uyuşturucu kartelleri tarafından kontrol edilen bu bölgelerin güvenliğinin sağlanmasıdır. Gecekondularda çoğunluğu oluşturan işçiler, bazen mafyanın saldırısına uğrasa da, çoğu zaman sorun olmuyor. Çünkü herkes uyulacak kuralları iyi biliyor.

Polis suçluları helikopter, kurşun geçirmez araçlar ve makineli tüfekle kovalarken, detaylara dikkat etmeden, evleri yıkıp yağmalarken özellikle gençler ve siyahiler, sağa sola atılan kurşunlara maruz kalıyor. Polis öldürdüğü insanları suçlu veya şüpheli ilan ediyor ve buna inanan iyi niyetli insanlar onları alkışlıyor. Dağıtılmış çetelerin yerini polis alıyor ve çoğu zaman uyuşturucu ve silah ticaretini devam ettiriyor. Birkaç mülkünü kaybedenlerin yakınlarının hayatını ya da sadece patronu değişiyor ve yeniden ayak uydurmak gerekiyor. Bazen mafya şiddetli bir şekilde geri dönüyor ve her şey yeniden değişiyor. 2012 Ocağında, Ipanema plajına yakın okyanus manzaralı Vigidal gecekondu bölgesini polis temizledi: Oradaki arsa fiyatları hızla yükseldi.

Yine Rio'da belediye, teleferik inşa ederek birçok gecekondu yıkmakla övünüyordu. Bundan faydalanacak insanlar elbette mutlu. Ama kayıtlara girmiş 1.071 gecekondu mahallesi ve şehir arasındaki farkı kapatmak için ve gecekondularda oturanların normal bir hayat sürebilmesi için daha kaç tane teleferik, asansör ve füniküler inşa etmek lazım? Spor etkinlikleri için milyarlar var ama ne gecekondular ne de ulaşım araçları için kullanılıyor. Bir eylemcinin dövizinin dediği gibi "zaten gelişmiş ülkedekiler gibi stadyumlarımız var, sadece etrafına bir ülke inşa etmek kaldı."

Kötü gelişmiş bir toplum

Ulaşım zamları geri alındıktan sonra sömürgecilik, kölelik, ırkçılık ve haksızlıkla damgalanmış şiddet ve yolsuzluğa batmış Brezilya toplumunun, devam eden sorunlarından bahsediliyor. Bazı semtler ve bazı yapıtlar, dünyanın en zengin ve en modernleri arasında olsa da, ülke genelindeki yoksul kitleler, gelişmemişlikten çok çekiyor. Gördüğümüz gibi gelişmemişlik sadece ulaşım araçları ve konutlarla sınırlı değil, aynı zamanda eğitim, sağlığa ve ücretlere de yansıyor.

Bazı iş kolları dünyanın en iyileri arasında olsa bile sağlık acınası bir durumda. SUS (Merkezi Sağlık Sistemi) tarafından kontrol edilen kamu sistemi kötü durumda. Bütçesi durmadan azaldığı için sağlık merkezleri aşırı kalabalık ve bu yüzden hastalarını özele yönlendirmek zorunda kalıyor. Bütün ülkede doktor ve hastaneler yetersiz. Rio ve Sao Paulo'da, çok doktor olsa da, muayene ve ilaç fiyatları yüzünden yoksul kitleler faydalanamıyor. Son 20 senede yapılan reformlar, geri ödemeleri azalttı, hastanelerin özelleştirilmesini yaygınlaştırdı ve sağlıktaki zengin yoksul ayırımını arttırdı. Parası olanların, ABD modeli üzerine kurulu, sağlık planları diye adlandırılan pahalı sağlık sigortası var. Durumu iyi olan bir çalışan, kendisinin ve ailesinin sigortasını yaptırabilmek için gelirinin dörtte birini harcıyor.

Eğitim de para ile belirleniyor.

Devlet okulları olsa bile, gittikçe daha fazla genç ilköğretime, liseye ve üniversiteye gitmeye başlayınca, okulların sayısı çoğalmadı. Dolayısıyla öğrenci sayısı kontenjanları aştı. Çoğunlukla okullar, üç "vardiyalı" çalışıyor: Öğrenciler sabahçı, öğlenci veya akşamcı oluyor. Sınıflarda öğrenci sayısı 60-70 civarında. Öğretmenler, çok az maaş alıyor. İşçi Partisi'nin eski başkanı Tarso Genro, eğitim bakanı iken öğretmenler için çalışma günlerinde iki vardiya için (40 saat) 400 avroluk (1.080 TL) bir asgari ücret sağladı. Ancak, eğitim seviyesi en yüksek olan Güney Rio Grande Valisi seçilince "kendi" öğretmenlerine bu maaşı vermeyi reddetti ve 400 avro için yaptıkları grevi ezmeyi başardı.

Özel okullar mafya gibi, velilere çok pahalıya geliyor ve yatırımcılar için çok rant yapan bir sektör. Bir de, lise bitince üniversiteye girmek için "vestibular" diye adlandırılan bir sınavı başarmak lazım. Ancak bu sınava sadece özel derslerle hazırlanıyor. Devlet üniversiteleri, en prestijli olanlar ama az sayıda oldukları için kabul etme prosedürü çok sıkı. Öğrencilerin çoğunluğu, okumuş olmak için eğitimi ve müfredatı kötü olan, her yerde açılmaya başlayan özel üniversiteleri tercih etmek durumunda kalıyor. Bu okulların fiyatı, ayda 1.000 avroyu (2.700 TL) buluyor. Lula hükümeti, bu okullara çok güzel bir hizmette bulundu: Öğrencilere yardım etme bahanesiyle, öğretim masraflarını ödeyebilmeleri için bir yardım yarattı. Bu yardımlar, özel üniversitelerin kârını büyüttü.

İşçi sınıfı, resmi rakamlara göre %5 civarında olan düşük bir işsizlik oranına sahip olduğu için "şanslı". Gerçek bir işsizlik aylığı olmadığından, bu rakamların pek güvenilir olmadığı doğru. Büyük şehirlerde bile sadece çalışanların yarısı sigortalı. Ama özellikle büyük şehirlerde iş olanaklarının olduğu da doğru. Kuzeyde, tarımsal bölgelerde iş olmadığı için insanlar büyük kentlere göç ediyor.

Lula, yüksek ücretlere dokunmadan en düşük ücretlere zam getirdiyse bile ücretler halen çok düşük ve dengesiz. Aynı şekilde Lula, federal memurların emekliliklerini aşırı derecede düşürdü (işçilerin ve ordu çalışanlarının emekliliği yok). Bugün 240 avro (648 TL) değerinde olan asgari ücret, Lula döneminde üçe katlandı. Bu ücreti çoğunlukla kırsal kesimden gelen 6 milyon ev çalışanı, BTP çalışanları, temizlikçiler ve küçük şehir işçileri alıyor. Büyük şehirlerde genellikle asgari ücretin iki katı ödeniyor. Ama eğer bir işçi büyük bir şirkette, devlet bankasında, otomobil veya demir-çelik fabrikasında, petrol şirketinde, Avrupalı ya da Amerikalı bir şirketin temsilciliğinde işe alınma şansına uğrarsa, asgari ücretin 8 ya da 10 katını kazanabilir. En yüksek ücret alan işçi kategorisi en çok hak arayanlardan oluşuyor ama aşırıya kaçan bu farklılıklar, işçi sınıfını bölmeye yardım ediyor. Çünkü 1980 yıllarında, Lula'nın İşçi Partisi veya Birleşik İşçi Merkezi (CUT) militanlarının, diktatörlükten kalma bütün sendika bürokratlarını teker teker kapı dışarı ettikleri mücadeleci dönem sona erdi. Her akım, kendi sendikasını kurmayı tercih etti ve devletin yardımlarını ceplerine atıyor. Ortak bir çatı altında birleşmek için gayret göstermiyorlar.

Kırsal kesimde küçük toprak sahibi köylüler ve aile işletmelerinin yanında büyük toprak sahipliğine "fazendas" deniyor. Eskisi gibi hem büyük toprak sahibi hem de yerel politikacı olan ve yasalarını dayatan, eski moda sömürgeci şefler var. Bu katiller ortadan kalkmadı ve artık modern patronların veya müdürlerin emirleriyle sözleşmeyle çalışıyorlar. Çünkü ekilebilir arazilerin çoğunda, yoğun tarım yapılıyor. Bu tarım GDO, en modern makineler ve gübre ile yapılıyor.

Madencilikten önce tarım, ülkenin en çok ihracat yapan sektörü: Şeker kamışı, soya, kahve, mısır, portakal suyu, dana, tavuk ve domuz eti. Bir konuşmasında Lula, şeker kamışı sanayicilerine "kahraman" demişti. Tarım sanayisine hoş görünmek için her şeyi yaptı. GDO kullanmayı serbestleştirdi, yasadışı ormansızlaştırmalara göz yumdu, her türlü çevre kirliliğine göz yumdu, topraklarına el konulan küçük köylülerin ve yerli halkın öldürülmesi ve topraklarından atılmasına da göz yumdu. Büyük toprak sahipleri sayıca, nüfusun %1'i ama toprakların %53'üne sahipler. Köylülerin yarısından fazlası, yoksulluk sınırının altında taşıyor ve 4 milyon köylünün toprağı yok.

Topraksızlar Hareketi'nin kamp yerlerinde 150 bin köylü yaşıyor. Topraksızlar Hareketi'nin yöneticilerinin de yer aldığı İşçi Partisi, uzun bir süre boyunca, topraksız köylülere, büyük topraklardan pay verileceği bir tarım reformu talep etti. İşçi Partisi iktidara gelince, tarım reformundan tamamen vazgeçti ve ondan önce gelen sağ iktidara göre köylülere daha az toprak verdi. Ama bu Topraksızlar Hareketi'nin destek vermesini engellemiyor. Yine de eleştirip toprak işgallerine devam ediyorlar.

Toprak, sadece kırsal kesimde yasa dışı işgal edilmiyor. Şehirlerin etrafında da insanlar toprak eksikliği yaşıyor. Güney Rio Grande ve Sao Polo eyaletlerinde toprak işgalleri çoğaldı. Ocak 2012'de Sao Jose dos Campos'da Pinheirinho alanında, 2 bin polislik bir ordu, 9 bin işgalciyi alandan çıkardı.

Brezilya toplumu, işçi sınıfının içerisinde bile eşitsizlikleri besliyor. Ama dünyanın en eşitsiz toplumu olması, öncelikle burjuvazinin biriktirdiği aşırı zenginlikten kaynaklanıyor. Brezilya burjuvazisi, emperyalist ülkelerin burjuvazisine bağımlı. Ama bu onların korkunç zenginleşmesini engellemiyor. Kamu borcu, sadece emperyalist bankalar ve zengin müşterilerin değil, aynı zamanda zengin Brezilyalıların da elinde. Bu zenginler, güvenliklerle çevrili özel semtlerdeki villalarında saklanıyor. Bu semtlerde evler, çim ve ağaçlarla çevrili, oysa normal semtlerde her yer demir ve kilitlerle çevrili. Ama bu sakin semtlerin dışında, yabancıların cennete girmesini engellemek için köpekli ve silahlı güvenlik durmadan turluyor.

Bu şiddetli eşitsizliği dayatmak ve sürdürmek için her yerde baskı var. Brezilya'nın şiddet dolu bir ülke olduğunu biliyoruz. Her sene 40 bin cinayet kayıtlara giriyor. Çoğu sefaletin verdiği şiddet yüzünden oluyor ve çoğu da, yoksullar arasında yaşanıyor. Ve çoğu zaman, silahlı hırsızlıklar nedeniyle. Ama büyük bir kısmı zenginlere hizmet olarak yapılıyor. Grevcilere karşı, eylemcilere karşı, sendikacılara karşı, talepleri olan köylülere karşı, topraklarına el konan yerel halka karşı, sokaklardan temizlenmek istenen dilencilere karşı, tehlikeli denilen gençlere ve siyahilere karşı ve korkutup ezilmek istenen gecekonduculara karşı. Polis her sene, ölümle biten 2 bin "polise direniş" vakası olduğunu açıklıyor. Geçmiş döneminin ölüm mangaları kaybolmadı. Politik baskıdan, yoksullara yönelik sosyal baskıya geçtiler.

Gerçek zenginler, bazen korkunç kaçırmalara maruz kalıyor. Kendilerini korumalarla çevirerek, helikopter ya da kurşungeçirmez arabalarla evlerinden, gökdelenlerdeki iş yerlerine gidiyorlar. Daslu'da olduğu gibi siyahi özel güvenlik çalışanların konuşmama emrini aldığı özel alışveriş merkezlerine gidiyorlar. Brezilya, güvenlik şirketlerinin, kurşungeçirmez arabaların ve Sao Paulo gökyüzünde trafik sıkışıklığı yaratan helikopterlerin cenneti.

On sene süren İşçi Partisi hükümeti

İşçi Partisi, Üçüncü Dünya ülkelerindeki kapitalizmin zehrinin sonucu olan Brezilya toplumundaki sorunları, uzun yıllar boyunca teşhir etti. Bu parti, 1981 yılında kuruldu. Diktatörlüğe karşı büyük işçi ayaklanmaları sırasında, bu mücadeleden doğan sendikacıların politik müdahale aracı oldu. Başından beri reformist bir partiydi. Amacı kapitalist düzeni yıkmak değil, işçiler ve özellikle sendikaların yararına değiştirmekti. Ayaklanma, yavaş yavaş dinmeye başladığında, İşçi Partisi dilini değiştirdi, bürokratikleşti.

Profesyoneller partisine dönüşen İşçi Partisi, sadece seçimler sayesinde yer edinmekle ilgileniyordu. Gücünü tarihi ağırlığından ve savunduğu halk taleplerinden alıyordu: Ücret, eğitim, sağlık, konut, toprak, eşitlik ve adalet. Eyalet ve şehirlerde iktidara geldikçe savundukları taleplerden vazgeçtiler. Yine de temiz parti unvanını koruyordu. Onun için "İşçi Partisi hırsızlık yapmıyor ve hırsızlık yapılmasına izin vermiyor" deniliyordu.

2002'de Lula, devlet başkanı olduğunda, bu yanılsama da dağıldı. İşçi Partisi'nin diğer partiler gibi satılık olduğu görüldü. Brezilya burjuvazisinin geleneksel partileri kadar yolsuz olduğu ortaya çıktı. Partinin yaşadığı en büyük zorluk, "büyük aylık" anlamına gelen Menslao skandalı oldu. Partide, ülke çapında şirketlerden milyonlar toplayan ve bu paralarla milletvekili ve senatörlerin ayda 10 bin dolara oylarını satın alan bir sitem olduğu gün yüzüne çıktı. Lula hariç partinin bütün şefleri ve yöneticileri, parti tehlikeye girdiği için istifa etti. Parti içindeki bu temizlik sayesinde Dilma Rousseff, Lula'nın halefi olarak seçildi. O ana kadar güneydeki Rio Grande eyaletinde yönetim kademesindeydi ve diktatörlüğün sone ermesinden bu yana partide aktif militan değil, yöneticiydi ve seçimlerde hiç aday olmamıştı. Devlet Başkanı'nın değişmesi, sorunu çözmedi. Çünkü iki senede yolsuzlukları ortaya çıkan 7 bakan istifa etmek zorunda kaldı ve aralarında başkanlık kabinesinin sorumlusu da bulunuyordu. Ulaşıma gelen zamma karşı ayaklananların, İşçi Partisi'ne yönelmemeleri anlaşılır. Muhalefetin zammı dayattığı eyaletlerde bile eylemciler, kendilerini "apolitik" ilan etti. İki sağ muhalefet partisi, PSDB ve DEM (Demokratlar), İşçi Partisi ve hükümetteki müttefikleri kadar yolsuzluk skandalına battı.

İşçi Partisi gene de güçlü. Hatta son belediye seçimlerinde oylarını arttırdı. Bu artış özellikle Kuzeydoğu eyaletinde en yoksul kitlelerin dâhil olduğu sosyal program sayesinde oldu. Örneğin Bolsa Familia, çok düşük gelirli ailelere (kişi başı 52 avrodan az -140TL ) çocuklarını okula göndermeleri için aylık birkaç 10 avro (27 TL) veriyor. 12 milyon aile yani yaklaşık 50 milyon kişi, bu paradan faydalanıyor. Ve ülkenin yoksulluğu hakkında çok şey anlatıyor. Öte yandan, ücretlerin arttırılması ve enflasyonun düşürülmesi ve faizleri ulaşılabilir olan krediler sayesinde son 10 yılda tüketim arttı. Eski işçi ve grev yöneticisi, halkın diliyle konuşmayı bilen politikacı ve aynı zamanda burjuvazinin çıkarlarını savunan Lula'nın değişmeyen popülaritesi, İşçi Partisi'nin işine geliyor. Parti sonuçta, kendini adamış sendikal ve politik bir aygıttan destek alıyor. Bazı sendika yöneticileri, büyük burjuvaya dönüştü.

Ayrıca İşçi Partisi, dünyada altıncı ekonomiye dönüşen bir ülkede ekonominin iyi yönetiminden gurur duyabilir. Yöneticilerin bunda muhtemelen hiç bir payı yok. Zenginlerin çıkarlarına göre yönettiler, otoyol, havalimanı ve üniversite hastanelerini özelleştirdiler, tarım hammaddesi ihraç eden patronlara yardım ettiler, emperyalist şirketlere ülkenin doğal zenginliklerinin bir kısmını verdiler ve Haiti'ye "düzen" getirmek için siyahi asker gönderdiler. GSMH'da 2009'da, ABD'deki emlak krizi sonrasında %0,3'lük gerileme oldu. Ama 2010'dan itibaren %7,5 büyüme oldu. Maden ve tarımsal hammadde talebi düşmedi ve dışarıdan gelen sermayeye büyük faizler (dünyada faiz oranları %1 iken Brezilya'da faizler %7 idi) verildiği için dışarıdan önemli miktarlarda sermaye geldi.

Bu iyi ekonomik durum, bugün çok sağlam gözükmüyor. Büyüme 2011'de sadece %2.7, 2012'de %0.9 ve bu sene sıfıra çok yakın. Aynı zamanda enflasyon yeniden yükseldi, son 12 ayda %8 arttı. Temel besin ürünleri %15, domates %120 ve un %150 arttı. 1990'lı yıllardaki yüksek enflasyon hala hafızalarda. Her ay %50 ve her sene %5 bini bulan enflasyon ve para birimi her değiştiğinde (para birimi 6 kez değiştirildi) 3 ya da 4 sıfır atmak gerekti. Bazıları enerji, tarım ve maden sektörlerindeki gelişmenin kötü yanlarını söylüyor. Bu gelişmede sanayi sektörüne verilen önceliğin, imalat sanayisine zarar verdiğini görüyorlar. Başkaları, Lula'nın ekonomik liberalizmini ve Rouseff'in sözde idareciliğini karşılaştırıyor. Politik bir değişiklik yok, sadece kriz Brezilya'ya ulaşmış olabilir. O zaman, hammadde talebi azaldığında ve sermaye ülkeye küstüğünde ne liberalizmin ne de idareciliğin yararı olacak. Büyük toprağına ve kaynaklarına rağmen Brezilya, dünya ekonomisinin sadece bir parçası ve krizi şimdiye kadar şanslı olduğu için atlattı. Eğer koşullar değişirse Brezilya ekonomisi hiperenflasyon döneminde olduğu kadar kırılgan gözükecek ve "mucize" hızla kâbusa dönebilir.

İşte yakın zamandaki ayaklanmalar bu çerçevede başladı. Gelecek bu hareketin dinamiğini bize gösterecek. Brezilya işçi sınıfının bağımsız güç olarak olaylara karışıp karışmaması, hareketin yönünü belirleyecek.

* * * * * * *

Başarılı bir genel eylem günü (26.7.2013)

1 Temmuz günü, Haziran ayında toplu ulaşım zamlarına karşı yapılan eylemlerden sonra, sendika konfederasyonları grev ve yürüyüş şeklinde bir günlük genel eylem çağrısında bulundular.

Bu çağrıya olumlu yanıt verildi: Milyonlarca emekçi greve katıldı ve bu sadece kamu sektörü ile sınırlı değildi. 80'den fazla otoyol ve büyük yol kapatıldı, Latin Amerika'nın en büyük limanı olan Santos ve Pernambouc eyaletindeki 75 bin emekçinin çalıştığı Suape limanında hayat durdu. Eylemler petrol rafinelerinde, büyük inşaatlarda, Ford ve Volvo gibi otomotiv fabrikalarında da gerçekleşti.

Büyük kentlerde gerçek bir genel grev yaşandı. Örneğin Porto Alegre ve Belo Horizonte gibi kentlerde toplu taşıma durdu. Porto Alegre kentinde öğrenciler, bir gün öncesinde kent belediye binasını işgal ettiler.

Eylemleri sayesinde toplu taşımanın öğrencilere ve işsizlere ücretsiz olmasını ve toplu taşıma hizmetleri defterlerinin şeffaflaşması için herkese açık denetimi öngören 2 projenin oluşması kazanıldı. Tabi ki bu projelerin onaylanması gerekiyor. Ancak toplu taşımanın herkes için ücretsiz olmasını hedefleyen eylemler devam ediyor.

Bu genel eylem günü, son 20 yıl içerisinde yapılan en büyük kitlesel eylem olup işçi sınıfının yeniden ön plana çıkmasını sağladı. Sendika Konfederasyonlarının istekleri farklı olup fazla iddialı değil. Örneğin iktidardaki İşçi Partisi'ne bağlı olan CUT konfederasyonu, somut istekler ileri sürmeyip "toplum ile diyalog" gibi belirsiz laflar söylüyor. Sağcı muhalefete yakınlığı ile bilinen Força Sindical (Sendikal Güç), ekonomik değişiklikler ve enflasyona karşı mücadele gibi yuvarlak laflar ediyor. Bu konfederasyonların esas amacı, "biz de varız" demektir. Bu nedenle de 30 Ağustos günü için yeni bir genel eylem çağrısında bulunup, bunun kesinlikle bir genel grev olmayacağına vurgu yaptılar.

Hükümete gelince, iyice sıkışmış durumda. Örneğin kamuoyu yoklamalarında Haziran ayındaki eylemlerden sonra desteği %60'tan %30'a düştü ve Başkan Dilma Rousseff, bunu telafi etmek için seçim sistemi ve partilerin mali kaynakları konusunda bir reform önerdi.

Daha istikrarlı bir parlamenter sistemden söz edip (Brezilya parlamentosunda 30'a yakın farklı parti temsilcisi var) bir sürü yolsuzluk nedeniyle itibarını yitirmiş olan siyaset yaşamına, yeniden itibar kazandırmak için daha çok şeffaflık ve dürüstlük gerektiğine vurgu yapıyor. Ama Başkan, kendisini destekleyen ancak bu çarpık seçim sisteminden mali olarak kaynak elde eden partiler tarafından bile azarlandı. Şimdi ise Başkan, sağlık sistemindeki sorunları çözeceğinden söz ediyor ama esas amacı gündemi işgal edip Ocak 2014'de yapılacak başkanlık seçimlerini bir kez daha kazanmak için itibarını yeniden yükseltmektir.

Gerek İşçi Partisi'nde gerek ülke genelinde bazı çevreler, Lula'nın yeniden başa geçmesi gerekliliğinden söz ediyor. Eski bir sendikacı olan Lula ülkeyi, ekonomik refah dönemi olan 2003-2010 yılları arasında yönetmişti. Lula'nın desteği yıpranmadı ve o da bunu kullanmaktan çekinmiyor. Örneğin son yürüyüşlerden söz edip, bunların, ülkenin ekonomik başarılarından kaynaklandığını ve gençlerin daha iyi eğitim almış olmalarından dolayı, daha iyi bir yaşam istemelerinin de gayet anlaşılabilir bir şey olduğunu rahatça anlatıyor.

Ülkedeki ekonomik ve toplumsal durum, hükümetlerin yeteneklerine veya beceriksizliklerine bağlı değil. Dilma Rousseff toplu taşıma alanındaki Haziran ayı krizine kadar olan sürede Lula kadar desteğe sahipti. Öyle görünüyor ki artık dünya ekonomik krizi, Brezilya'yı da vurmaya başladı ve işçi sınıfı, bunun bedelini ödememek için harekete geçmeye hazır görünüyor.